Mehmet POSTALLI
Site Haritası

Yüreğime Elif Düştü

 

 

 

 

 

       YÜREĞİME

                       E L İ F

            DÜŞTÜ

 

 

 

 

 

ŞİİR

 

 

 

 

MEHMET  POSTALLI

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

MEHMET POSTALLI

 

 

1959 yılında Kayseri’nin Yahyalı İlçesinde dünyaya geldi, İlkokulu Yahyalı’da bitirdikten sonra, babasının yanında çiftçilik ve hayvancılıkla iştigal etti. Askerlik görevini yerine getirdikten sonra ise bir süre bakkaliye işletti. 1983 yılında bir kamu kuruluşunda memur olarak göreve başladı. Ortaokulu ve Liseyi dışarıdan bitirdi. Yüksek öğrenimini Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi Sosyal Bilimler Bölümünde tamamladı.  2007 yılında emekliye ayrılmış olan Şair evli olup bir kız, bir erkek çocuk sahibidir.

 

Postallı’nın şiirleri birçok gazete ve dergide, bazen Karçiçeği mahlasıyla bazen de kendi ismi ile yayınlanmış olup, üç şiir antolojisinde yer aldı. Anadolu Hececileri Dört isimli ortak bir şiir kitabı ile Toprağa Bir Can Düştü ve Can Çiçeğim isimli şiir kitapları yayınlanmış bulunmaktadır. Çeşitli yarışmalarda üç birincilik, bir üçüncülük, beş kez de mansiyon ödülü aldı. Kayseri Kültür Derneği ile Anadolu İlim ve Edebiyat Eserleri Sahipleri Meslek Birliği tarafından da ödüllendirilmiş bulunmaktadır.

 

Mehmet Postallı, Erciyes’in güneyinde, Aladağların bağrında tabiat güzeli bir ilçe olan Yahyalı’da, toprağına ve öz kültürüne bağlı olarak Mevla’nın verdiği ömrü tamamlamaya çalışıyor. Bu zaman zarfı içerisinde yüreğinden vurulmuş bir şair olarak şiirlerini yazmaya devam etmektedir.

 

 

 

 

 

 

 

Kapak Resmi : Mehmet Postallı

 

 

Şair İrtibat      : Yenice Mah. Çevreyol Cad. N0: 18 Yahyalı / Kayseri

Ev Tel             : 0352 611 2655

Cep Tel           :0537 209 3259

MSN               : m.postalli59@hotmail.com

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

ÖN SÖZ

Sanatın en güzeli, aynı zamanda en zorudur şiir. Kabiliyet ister, emek ister, sabır ister… Bir arı misali çıkılır yola, vermeden hiç mola duygu çiçekleri gezilir birer birer. Duygu polenleri toplanır gönül kovanında. Yürekte bir güzel yoğrulur sevgiyle. Sonra en yoğun duygular yerleştirilir söz peteğine. Sözün balıdır şiir.

Mehmet Postallı'nın şiirlerini İstanbul'da 2009 yılında tertiplenen bir şiir yarışmasında tanıdım. Benim de üyesi olduğum jürinin dikkatini çeken şiiriyle dereceye girdi. Kendisiyle, ödülünü almak üzere İstanbul'a geldiğinde yakinen tanıştık ve Anadolu Çocuğu özelliklerini taşıyan şairle şiir üzerine sohbetler ettik.

Karçiçeği mahlasını da kullanan Mehmet Postallı kardeşim, emek vermiş, yorulmuş ve gönül işi güzel mısralar dizmiş şiir gerdanlığına. Onları da yüreğine ateş düşen yaralı bir baba şefkatiyle yerleştirmiş kitap sayfalarına. O sayfaları yüreğimizle öpüp yerleştirelim diye gönlümüze. Zaten şairlerin yaptığı en güzel iş, gönül alıp gönül vermek değil midir?

Şiirin kıvrak, yüreğin berrak, duyguların apak olsun Mehmet Bey kardeşim... Bu güzel söz petekleri için tebrikler, teşekkürler…

Bestami YAZGAN

Şair-Yazar

                                                                      

                                                                      

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

GÖNÜL TUTULDU SEVDAYA

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

            GÖNÜL TUTULDU SEVDAYA

 

Gönül tutuldu sevdaya, sevdasız hiç durulmuyor

O’nun aşkı sardı beni, lâkin kendi sarılmıyor

 

2009

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

SEVDA RÜZGÂRI

 

Sevda rüzgârına kapıldı gönlüm

Nazlı bir dilberin eline düştü

Kavruldu yüreğim, savruldu külüm

Kumral bir zülüfün teline düştü

 

Aşkın şarabından tattım bir içim

Geceme nur doğdu, ışıdı içim

Bütün bedenimi sardı o biçim

Sevdası göksümün soluna düştü

 

Tamtakır dururken gönül hanesi

Doldurdu sevginin en şahanesi

Sabah loşluğunda bir çiğ tanesi

Şirin bir selvinin dalına düştü

 

Mezara koymadan deli kafayı

Yar ile bir ömür sürsem sefayı

Hayatta bilmezdim gamı, cefayı

Dertsiz başım derdin gölüne düştü

 

Aydan aydın bir yüz, hilal gibi kaş

Bu hâl içerime düşürdü telaş

Afsunlu bir gözden üç beş damla yaş

Gelin duvağının tülüne düştü.

 

2008

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

            HALİM PERİŞAN

 

Bırakıp gittiğin o günden beri

Gözyaşımla sulanıyor topraklar

Garip bir sessizlik sardı her yeri

Çimleri örtüyor sarı yapraklar

Bırakıp gittiğin o günden beri

 

Sen böyle değildin, ne oldu sana

Bu ani kararda bir tuhaflık var

Bittimi bu sevda, geldik mi sona?

İkimiz için de, bu bir intihar

Sen böyle değildin, ne oldu sana

 

Zamanı durdurmak gelse de elden

Çevirsem geriye doğru zamanı

Çaresiz kalmışım, kim bilir halden

Bu illetin acep var mı dermanı?

Zamanı durdurmak gelse de elden

 

Belki pişman olun günün birinde

O gün çok geç olur, iş işten geçer

Olmak istemezdim senin yerinde

Her kişi yolunu kendisi seçer

Belki pişman olun günün birinde

 

Gönlüm viran oldu, halim perişan

Muhlis hayallerim darmadağınık

Geleceğe dair yoktur bir nişan

Kapılar kapalı, yollar tıkanık

Gönlüm viran oldu, halim perişan

 

2009

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

            ŞAHSENEM

 

Nasıl güleyim ki, dert dizi dizi

Gül demekle gülünmüyor Şahsenem

Yara geçse bile, kalıyor izi

Aşk yarası silinmiyor Şahsenem

 

Gönül derdi benzemiyor oyuna

Yürü selvi boylum bakam boyuna

Sevda ateşiyle koyun koyuna;

Yaşamadan bilinmiyor Şahsenem

 

Ben de sanırdım ki seven, sevilir

Karşılıksız sevgi biter, eksilir

Ne bir ilâcı var, ne tabip bilir

Aşka çare bulunmuyor Şahsenem

 

Bilmediğim bir hâl oluyor bana

Bir türlü sığmıyor akla, izana

Aşk gemisi yanaşmıyor limana

Deryalara dalınmıyor Şahsenem

 

Kesildi soluğum, titriyor elim

Konuşmak isterim, tutulur dilim

Tek başıma yürüyemem bir milim

Gel demeden gelinmiyor Şahsenem

 

Gözlerimden çağlar iki şelâle

Yüreğimin koru ermez zevale

Şu gönül dediğin ne muhkem kale

Kol gücüyle alınmıyor Şahsenem

 

2009

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

         E L İ F

 

Yanık yüreğime merhem kâr etmez

Kendi ellerinle sar be sultanım

Yüzüne bakmaya bir ömür yetmez

Her zaman karşımda dur be sultanım

 

Neden böyle uzaklarda durursun?

Bir gönül yapmayı çok mu görürsün?

Bir nazarla tam kalbimden vurursun

Açmışım sinemi, vur be sultanım?

 

Sevdam için karlı dağlar aşarım

Dile getirmekte yoktur başarım

Yuvasız kuş gibi yalnız yaşarım

Gel de yuvamızı kur be sultanım

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Doruk noktasına çıktı heyecan

Ayrılık derdine dayanır mı can?

Gel, etme sevdiğim bitsin bu hicran

Sensiz yaşamak mı, zor be sultanım?

 

İnce bir tığ yüreğimi eşiyor

Günden güne yara derinleşiyor

Senden mahrum kaldı, içim üşüyor

Sevginle bir hırka ör be sultanım

 

Bilmem ki ne deyim, tutuldu aklım?

Kapında beklerim hep iki büklüm

Seyreyle âlemi, gez iklim iklim

Arada beni de gör be sultanım

 

Seven sevdiğinden bekler mi teklif?

Sanki damarlarım yolundu lif lif

Yeter gayri yeter, öldürdün Elif

Bir kez olsun, hâlim sor be sultanım

 

2009

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

            SEN NESİN?

 

Leyla mısın, Şirin misin sen nesin?

Bu tarifsiz güzelliğin nereden?

Kadir Mevla’m nazarlardan saklasın!

Yoksa bana, bu cihanı dar eden.

 

Kınalı ellerle motif işlersin

Bir yandan da, al elmayı dişlersin

İçten içe sevdiğini düşlersin

Senin aşkın, beni bahtiyar eden

 

Mehtapsız gecemin şafağısın sen

Karanlık dünyamın ışığısın sen

Bu mahcup yüzlünün, aşığısın sen

Kusursuz yaratmış seni, var eden

 

Gül, gül açar gözlerini süzersin

Kanımdasın, damarımda gezersin

Gönlümü bir dantel gibi bezersin

Ne hoş etmiş, seni, bana yâr eden

 

Gönül bu durakta eğlendi kaldı

Kumral saçlarına bağlandı kaldı

Sevda ateşiyle dağlandı kaldı

Bir kıvılcım yüreğimi kor eden

 

Gülde, karanfilde, lalede sensin

Mehtapta, yıldızda, halede sensin

Aslı da, Şirin de, Leyla da sensin

Aşkın, beni başkasına kör eden

 

 

2007

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

         MAVİ MENEKŞEM

 

Nurdan cemalini çevirme öte

Yüzüne bakmaya doyamıyorum

Benim tahammülüm yoktur hasrete

Yerine kimseyi koyamıyorum

 

Senden ayrı düşmek, bütün endişem

Kedere dönüşür sevincim, neşem

Şimdi neredesin, mavi menekşem

Kadife sesini duyamıyorum

 

Yürekten bir bakış, candan bir gülüş

Hakikate erer, beslediğim düş

Yarama merhem ol, aşkımı bölüş

Derdimi, ellere diyemiyorum

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Pınarın başında bir turna döner

Turnam gelir, gönül köşküne konar

Yürek yangınına neylesin pınar

Günlerdir aş, ekmek yiyemiyorum

 

Hak, murat etmezse kalem yazamaz

Sen istersen, bu ayrılık uzamaz

Benim aşkım, başkasına benzemez

Vazgeçip, düzene uyamıyorum

 

Ey mahzun duruşlum, çiçek kokulum

Çıkmaz sokaklara uğratma yolum

Bırakır gidersen, kırılır kolum

İntizar etmeye kıyamıyorum

 

Benim hislerimle, gönül eğleme

İçten sevmiyorsan, yalan söyleme

Ela gözlerinden mahrum eyleme

Gönlümün gamını yuyamıyorum.

 

2007

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

            AH İNSAFSIZ!

 

Ayrılık ölümden beter derlerdi

Onun en zorunu tattırdın bana

Ateş yandığı an tüter derlerdi

Bir ömür, kor ateş tutturdun bana

 

Bakışın alevdi içime aktı

O çatık kaşların sıktıkça sıktı

Verdiğin ıstırap doruğa çıktı

Zehirli zokayı yutturdun bana

 

Sanki bütün dünya sırtıma bindi

Hasretlik acısı sineme sindi

Ağlamaktan gözlerime kan indi

Gururumu söküp attırdın bana

 

Ah seni insafsız, kalpsiz, duygusuz!

Bir günüm geçmedi gamsız, kaygısız

Sabahlar olmuyor sensiz, uykusuz

Gece yıldızları güttürdün bana

 

Sürekli hicranmış aşkın cilvesi

Ölmeden bitmiyor derdi, çilesi

Ne yaşandı, ne duyuldu böylesi

Sevmemeye tövbe ettirdin bana.  

 

2009

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

            KALK GİDELİM

 

Haydi, kalk gidelim bizim ellere

Bizim dağlar kekik kokar sevdiğim

Sakın fırsat verme yaban ellere

Herkes seyrimize bakar sevdiğim

 

Mevsim ilkbahardır eridi karlar

Esmeye başladı ılık rüzgârlar

Çiçekler açıldı, süslendi kırlar

Yolumuza güller döker sevdiğim

 

Ekinler boy verdi, şelâle coştu

Seninle orada olsak ne hoştu

Sevinçten uçarım versen bir muştu

Umutsuzluk yürek yakar sevdiğim

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yetmez mi bunca yıl verdiğin hasar?

Başıma sardığın yaraları sar

İçini ferah tut olma karamsar

Beni bu havalar sıkar sevdiğim

 

Elin titremesin, tut elimden tut

Bize eşlik eder beyaz bir bulut

Sevgi bir ummandır çizilmez hudut

Korkuyu zihninden çıkar sevdiğim

 

Bak şu kumrulara yanında eşi

Gönül huzurudur her şeyin başı

Sevdiğini alamayan bir kişi,

İflah olmaz, erken çöker sevdiğim

 

Gel gayri nazlanma hasreti bitir

Al beni güzelim sinene yatır

Sevmek ve sevilmek ömrü uzatır

Ayrılık, adamı yıkar sevdiğim

 

2009

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

KÜSME BANA                   

 

Hoyrat rüzgârlara kapılıp birden,

Küserek yönünü çevirme benden.

Ayrılık acısı, beter, zehirden

Susarak yönünü çevirme benden

 

Susma ey nazlı yar, söyle kelamı

Başımıza gelen dert mi, bela mı?

Aşina olduğum o dost selamı,

Keserek yönünü çevirme benden

 

Karalar giyinip, çatma kaşları

Görmez misin yuva kuran kuşları?

Sevdalı sinene kara taşları,

Basarak yönünü çevirme benden

 

Gözlerimden, çekme, kara gözünü

Kudretli Mevla’ma bağla özünü

Gülden güzel, aydan aydın yüzünü,

Asarak yönünü çevirme benden

 

2009

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

             YAKACAK BENİ

 

Cananla göz göze geldiğim zaman

Yüreğim yerinden çıkacak gibi

Bedenimi bürür bir mavi duman

İçim erir gider akacak gibi

 

Aklım, fikrim uçar gider başımdan

Ilık ılık bir şey kaynar döşümden

Geceleri uyuyamam düşümden

Dağlar üzerime çökecek gibi

 

Bazen yeşil giyer, bazen al giyer

Bir lale misali, boynunu eğer

Bu hasretlik uzar giderse eğer

Genç yaşta belimi bükecek gibi

 

Suların engine aktığı gibi

İğde çiçeğinin koktuğu gibi

Aslı’nın, Kerem’i yaktığı gibi

Beni de, bu sevda yakacak gibi

 

Vuslat geciktikçe katlanır acım

Bir güzelin himmetine muhtacım

Hevesle yeşeren umut ağacım

Yaprağını erken dökecek gibi

 

Ot, odun değilim, yanarken tütem

Sevdiğime nasıl edeyim sitem

Bu dertten ölürsem, tutmayıp matem,

Seyrime uzaktan bakacak gibi

 

2008

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

            SÖYLEYEMEDİM

 

İçime düşürdün, aşk ateşini

Seni sevdiğimi söyleyemedim

Bir gün olsun bırakmadım peşini 

Seni sevdiğimi söyleyemedim

 

Beline bağlanmış kırmızı kuşak

Elinde kına var, başında duvak

Ya çok utangacım yahut çok korkak

Seni sevdiğimi söyleyemedim

 

Bir su içsem ak pınarın başında

Uyusaydım yaylaların döşünde

Gözüm kaldı gözlerinde kaşında

Seni sevdiğimi söyleyemedim

 

Perişan haldeyim, tükendi takat

Devasız dertlerim birikti kat kat

Kuşkular yoluma kurdu barikat

Seni sevdiğimi söyleyemedim

 

2008

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

MADEM GİDECEKSİN!

 

Anlaşıldı, gideceksin, çare yok

Yanımda bir lahza kal da öyle git

Sineme saplandı zehirli bir ok

Yarama bir merhem çal da öyle git

 

Dost elinden yedim acı bir sille

Beynimin içinde patladı gülle

Beyaz işlemeli kırmızı tülle

Akan gözyaşımı sil de öyle git

 

Gözlerime bir bak, kaldır başını

Çatma birbirine kalem kaşını

Hüzünlü ayrılma, sil gözyaşını

Yüzüme son defa gül de öyle git

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Böyle mi kapanır aşkın perdesi?

Kırıldı kavalın en son kertesi

Benim için yoktur senden ötesi

Seni sevdiğimi bil de öyle git

 

Sevdamız uğruna dağları delsem

Seninle ağlayıp, seninle gülsem

Hiç zoruma gitmez, suçumu bilsem

Bari bir bahane bul da öyle git

 

Son görüşmemiz mi, ne diyorsun sen?

Sensiz dünya bana derin bir mahzen

Bırakır gidersen, yaşayamam ben

Beni de yanına al da öyle git

 

Koynumda saklıdır bir tutam saçın

Gönlümden sökülmez çaktığın perçin

Mutlu geçen günler hatırı için;

Cenazemi olsun kıl da öyle git

 

2008

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

ASİ DİLBER

 

Gönlümü kaptırdım asi dilbere,

Yakarışım para etmiyor benim

Korkarım bu vuslat kalır mahşere,

Bahtımın düdüğü ötmüyor benim

 

Uzaktan uzağa görünür, kaçar

Güldükçe ağzından inciler saçar

Sevdamı kadehe doldurur, içer

Bir güzele gücüm yetmiyor benim

 

Elimi kaldırsam, kolum tutulur

Bir çift söz söylesem, dilim tutulur

Koşup gitsem derim, yolum tutulur

Kervanım yolunda gitmiyor benim

 

Çiçeğe durmadan kırılır dalım

Elime almadan soluyor gülüm

Umutlarım yandı, savruldu külüm

Yıkıldı, ocağım tütmüyor benim

 

El âlem şen, şakrak, ederken düğün

Acıyla doyarım günde üç öğün

Olanca derdimi havanda dövün

Çektiğim çileler bitmiyor benim

 

2007

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

                 GELİN

 

İçimde yanıyor, sönmez bir ataş

Ben, sana muhabbet duyalı, gelin

Can alıcı bir göz, hilal gibi kaş

Yazması fildişi oyalı, gelin

 

Nurdan cemalini gördükten beri

İnan, bilmiyorum gezdiğim yeri

Beni, benden çekip aldın ey peri

Şaşkınım, aklına uyalı, gelin

 

Kar gibi eridim, mum gibi yandım

Derin bir uykudan, yeni uyandım

Kendimi kaybettim, mecnuna döndüm

Aşkını kalbime koyalı, gelin

 

Sanırdım, gönlümü alınmaz kale

Bir meltem estirdin, çevirdin küle

Bağladın kendine, eyledin köle

Beni, benliğimden soyalı, gelin

 

Rabbim, bu âlemi var etti yoktan

Dilerse güneşi indirir gökten

Senin, güzelliğin kudreti-Haktan

Hakkın boyasıyla boyalı gelin   

 

2007

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

  ARIYORUM

 

Ayağımda çarık, elimde fener

Yitirdim yârimi aramaktayım

Dediler, gidenler sanma ki döner!

Bense, umudumu korumaktayım

 

Belki, bir sapakta önüme çıkar

Kaldırır başını, yüzüme bakar

Ayrılık, sinemi yaktıkça yakar

Kırılmış dal gibi kurumaktayım

 

Dün, şafak vaktinde rüyamda gördüm

Gönlümden kopardım bir çiçek verdim

Ardı sıra koştum, izini sürdüm

Aşkımın peşinden yürümekteyim

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Şehir şehir gezdim, elimde resmi

Sorup duruyorlar, var mıydı hasmı?

Kavga mı ettiniz, dargın mı, küs mü?

Asılsız sözlerden erimekteyim

 

Bazen, yalan, yanlış haber geliyor

Gözlerim, hep uzaklara dalıyor

Varmadığım yerde aklım kalıyor

Gökte yıldızları taramaktayım

 

Bu yoldan dönüş yok, ölene kadar

Vazgeçmem imkânsız, bulana kadar

Dizlerim dermansız kalana kadar

Yorgun bedenimi sürümekteyim

 

Büyüsünde kaldım, gördüğüm yüzün

Ateşi söner mi kalpteki közün?

İçimi kapladı, bir garip hüzün

Düşüne düşüne çürümekteyim

 

2007


 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

SENSİZ YAŞAMAK!

 

Birkaç istemezin aklına uyup;

Verdiğin sözlerden cayma, güzelim.

Duyduğun haberi, benden sormayıp;

Hem sana, hem bana kıyma, güzelim.

 

Bir derdin olursa, benimle paylaş

Ela gözlerinden süzülmesin yaş

Meyvesiz ağaca, atarlar mı taş?

Yalan haberleri duyma, güzelim.

 

Bozulursa iki dostun arası

Düşmanlara gelir, gülme sırası

Her gün derinleşir gönül yarası

Çaresiz dertlere koyma, güzelim.

 

Sevgi yürektedir, söküp alınmaz

Her güzel olanın kadri bilinmez

Yürekten sevenin dengi bulunmaz

Sen, elin lafına uyma, güzelim.

 

Yüzünü çevir de, gözlerime bak

Senden ayrılmayı göstermesin Hak

Bana zulüm olur sensiz yaşamak

Yaşarsam ömürden sayma güzelim.

           

2007

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

            KARA ŞAÇLARIN

 

Bir teline zarar gelsin istemem

Aman, incitmeden tara saçların

Boyalı, cilalı olsun istemem

Kudretten boyalı, kara saçların

 

Gören göz tutulur, gönül hoşlanır

Sevda kazanında yürek haşlanır

Kıvılcımlar saçar, can ataşlanır

Benziyor alevli kora saçların

 

Başına kurulmuş dantel sergisi

Gücümüz yetmezdi, olsa vergisi

Burgu gibi işlemeli örgüsü

Açtı yüreğime yara saçların

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Mükemmel yakışmış fidan boyuna

Şaşkın şaşkın süzüyorum boyuna

Dolanmış bir yandan yana boynuna

Büklüm büklüm, sıra sıra saçların

 

Kem gözler görmesin, kendini koru

Turna gibi süzül, vakarla yürü

Siyah bir perçeme astım gururu

Tutsak etti vura vura saçların

 

Kutlu sırrımızı açma ellere

Bizi çekemezler, düşen dillere

Akşam melteminde bırak yellere

Dalgalansın yara yara saçların

 

Kadir gecesinde şafak sökerken

Aşk erbabı gözyaşları dökerken

İrem bağlarında Kevser akarken

Kelep kelep batmış nura saçların

 

2007 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

KAHRIMDAN ÖLÜRÜM

 

Benden başkasına gidersen eğer?

Kahrolurum, elde gördükçe, gülüm.

Baş başa yaşamak, bir ömre değer;

Severim, dünyada durdukça, gülüm.

 

Eller düğün eder, giyer, kuşanır

Gözlerimden kanlı yaşlar boşanır

Nasıl dayanılır, nasıl yaşanır;

Seni, bir başkası sardıkça, gülüm.

 

Böyle bir hayatı düşünmek bile;

Allah göstermesin, en büyük çile.

Kahrımdan ölürüm her gün ah ile

Eller alıp, sefa sürdükçe, gülüm.

 

Seni düşünürüm gecede, günde

Unutulmaz bir haz bıraktın bende

Bana, yer açmazsan, yürek hanende

Ne derim, ahbaplar sordukça, gülüm?

 

Güler yüzle, gönül kapını açıp

Şifalı elinden bir kahve içip

Doyası seyretsem, karşına geçip;

Sırma saçlarını ördükçe, gülüm.

 

İçimi soğutmaz, dağların karı

Bağrıma basarım ateşi, nârı

Yatağa düşürür, gönül efkârı

Ayrılık okunu vurdukça, gülüm

 

2007

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

ÇEKENLERE SOR

 

Ayrılık acısı pek yaman olur

Bilmiyorsan bir de çekenlere sor

Çile kuyusuna düşen boğulur

En güzel çağında çökenlere sor

 

Bir hırçın ceylanın koşmuş peşine

Gönül vermiş gözlerine, kaşına

Kuytu köşelerde yalnız başına,

Sessizce gözyaşı dökenlere sor

 

Ahından erimiş, murat almamış

Bir ömür beklemiş, yâri gelmemiş

Yaşlı gözlerinin feri kalmamış

Bir umutla yola bakanlara sor

 

Ölse de bahsetmez yârin suçundan

Sadece bir tutam tel var saçından

Bir dokunsan, bin ah çeker içinden

Kaderine boyun bükenlere sor

 

Eşiğine varıp dizüstü çökmüş

Yalvarıp yakarıp boynunu bükmüş

Yarasına avuç avuç tuz dökmüş

Aşk oduyla yürek yakanlara sor

 

2011

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

KALBİMDE SAKLISIN

 

Kalbimde saklısın, zihnimde mıhlı

Adını, her daim anar dururum

Feryadımı duyar her vicdan ehli

Ateşler içinde yanar dururum

 

Gönlüm isyanlarda, dinlemez komut

Gel de, gözlerimin yaşını kurut

Yıkılır giderim vermezsen umut

Gazsız lamba gibi söner dururum

 

Mutlu bir çift görsem, sızılar içim

Yüzüne hasretim, sevgine açım

Seni, gözlemekten ağardı saçım

Her sabah yoluna iner dururum

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Nurdan cemalini ölmeden görsem

Bütün varlığımı yoluna sersem

Senin derdin beni eyledi sersem

Çıkmaz sokaklarda döner dururum

 

Aşk ile bağlanır bülbül, gülüne

Figan eder pembesine, alına

Rüzgârla savrulup, zülfün teline

Kar tanesi gibi konar dururum

 

Uslanmaz aşığa yüz vermesen de

Tatlı bir gülüşle poz vermesen de

Bir bahane bulup, söz vermesen de

Ben yine şansımı dener dururum

 

Hayat çekilmiyor yalnız başına

No’lur çok bekletme Allah aşkına

Resmini işledim gönül taşına

Cansız hayalinle kanar dururum

 

2007

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

AŞKIN İZİN VERMİYOR

 

Eriyorum, güneş görmüş kar gibi

Mah yüzünü görür görmez sevdiğim

Salınır durursun pembe nar gibi

Gözüm görür, elim ermez sevdiğim

 

Aşkın badesinden tattım bir yudum

Tepeden, tırnağa boyandım, yundum

Ne doyası yedim, nede uyudum

Gözlerime uyku girmez sevdiğim

 

Katıksız bir sevgi bütün sermayem

Bir ömür, birlikte yaşamak gayem

Şahlanan duyguya vurulmuyor gem

Aşkın buna izin vermez sevdiğim

 

Zemheri ayında poyraz sert eser

Dokunduğu yeri, buz gibi keser

Sevgiden nasipsiz, yüzünü asar

Dostun hatırını sormaz sevdiğim

 

Seven, sevdiğine çektirmez acı

Kadir kıymet bilen, başımın tacı

Olanca derdimin sensin ilacı

Yoksa bu acılar durmaz sevdiğim

 

Umutlar tükendi, kalmışım naçar

Cerrahlar toplansa ne işi yarar

Senin, himmetine ihtiyacım var

Bu yarayı, tabip sarmaz sevdiğim

 

2007

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

            GÜLBEYAZ

 

Aşkımızı bir başkası duymasın

Yad eller geride kalsın, Gülbeyaz

Kıskanç komşuların lafa doymasın

Başını taşlara çalsın, Gülbeyaz

 

Ağyara aldanma hemen kandırır

Bir söz eder, hayatını söndürür

Doğru kararından geri döndürür

Seven sevdiğini alsın Gülbeyaz

 

Üstümüzden aralansın bulutlar

Yıkılsın engeller, kalksın hudutlar

Gerçeğe dönüşsün bütün umutlar

Güzel günler geri gelsin Gülbeyaz

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hayati konular gelmez ihmale

Uğurlu sevdamız ersin kemale

Bütün istemezler şaşsın bu hale

Düşmanlar kahrından ölsün, Gülbeyaz

 

Öyle uzak durma biraz yakın gel

Mah yüzüne beyaz duvak takın gel

Kınalı elini bir kez dokun, gel

Yaralarım şifa bulsun Gülbeyaz

 

Haydi, bekliyorum vakit daraldı

Vuslatsız seneler ömrümü çaldı

Bilemem, dünyada kaç günüm kaldı

Dost dostun kadrini bilsin Gülbeyaz

 

Gönül kapısını gün ışırken çal

Keklikler aşk ile ötüşürken çal

Gül yapraklarına çiğ düşerken çal

Güldükçe gül açan gülsün Gülbeyaz

 

1998

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

            SEN SEVMESEN DE!

 

Sana bir sözüm var söyleyim peşin

Seni seviyorum, sen sevmesen de

Hemen kesip atma iyice düşün

Seni seviyorum, sen sevmesen de

 

İçten bakışların fırlatır bir ok

O bakışlar yok mu, yaraladı çok?

Hayır desen bile, hiç önemi yok

Seni seviyorum, sen sevmesen de

 

Beni meftun etti bu naz bu duruş

Yürekten avlayış, şaşmaz bir vuruş

Öyle kolay değil, benden kurtuluş

Seni seviyorum, sen sevmesen de

 

Gönül bahçesinde açılan çiçek

İstersen kabul et, ister sünger çek

Şaka etmiyorum vallahi gerçek

Seni seviyorum, sen sevmesen de

 

Şimdi tercih senin, söyle nazlı yâr

Sevgimden bir şüphen, endişen mi var?

Bu aşkı taşırım mezara kadar

Seni seviyorum, sen sevmesen de.

 

2009

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

            GELİRSİN DİYE

 

Gözümü yollardan alamıyorum

Aklına düşerde gelirsin diye

Başka bir adreste kalamıyorum

Yanılır, şaşarda gelirsin diye

 

Düşmanlara inat, doğruyu seçip

Muhabbet suyundan bir yudum içip

Müşfik kollarını yay gibi açıp

Ansızın koşarda gelirsin diye

 

Aradaki hainleri sezerek

Zihnindeki soruları çözerek

Bu sebepsiz ayrılığa kızarak

Dağları aşarda gelirsin diye

 

1998

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

               VEFASIZ

 

Sinsi oyunlarla bana sokulup;

Zerk etme kanıma akrep zehrini

Dost edalarıyla yüzüme gülüp

Viran edip gitme gönül şehrini

 

Yaklaşma yanıma, benden uzak dur

Kirpiklerin kurşun, kalbimden vurur

Kararan vicdanın, kanda boğulur

Yıkasan kirletir Seyhan Nehrini

 

Umut bağlanır mı vefasız yara?

Hazan vurmuş bağda gez yara yara

Yeni kapanmışken açtığın yara

Çekemem bir daha senin kahrını.

 

 

                                   1997

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

SENSİZ YILLAR

 

Bir akşamüzeriydi telefon çalıverdi

Tanıdığım hoş bir ses, gönlümü alıverdi

 

Biran şaşırdım kaldım, rüyada mıyım neyim?

Buldum seni sevgilim, her zaman seninleyim

 

Senden geriye kalan, ne adres vardı ne iz

Teşekkürler sevgilim, bu ne muhteşem sürpriz

 

Yüzünü görmesem de, sesinle avunurum

Adresini ver bana, gelir seni bulurum

 

Tomurcuk gül gibiydin, gülümü soldurdular

Seni, benden koparıp, yüreğimden vurdular

 

Mecnun gibi dolaştım, geçti tam on beş senem

Ayrılık ateşiyle yandı, kavruldu sinem

 

Uçan kuşlara sordum, esen yellere sordum

Karanlık odalarda sessizce ağlıyordum

 

Sensiz geçen yılları ömürden mi sayarım

Seher vakti rüzgâra fısıldasan duyarım

 

Mazimizi unutma bize o bile yeter

Ayrılığı anladım, inan ölümden beter

 

Bitti artık çilemiz, şükür kavuşturana

Uzaklarda olsan da, varlığın yeter bana.

 

1997

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 AVCI

 

Kalbimi koydun hedefe

On ikiden vuruyorsun

Dişlerin benzer sedefe

Öyle gülüp duruyorsun

 

Gözüm, gözünde takılı

Ayağımda mıh çakılı

Saçların reyhan kokulu

Çepeçevre sarıyorsun

 

Kirpiklerin demir kafes

Kaşların çelikten pres

Gir gönlüme, estikçe es

Dallarımı kırıyorsun

 

Her çiçeğe konmaz arı

Konsa bile olmaz kârı

Olmuşsun hisar mimarı

Önüme set örüyorsun

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Ben mahkûmum, sen savcısın

Bana, kaderim acısın

Silahsız müthiş avcısın

Yaman tuzak kuruyorsun

 

Bilmeden düştüm eline

Bakmazsın çeşmim seline

Bağladın zülfün teline

Peşin sıra sürüyorsun

 

Yufkadır aşığın bağrı

Sol yanımdan gitmez ağrı

Yüreğimden aldın çağrı

Ona doğru yürüyorsun

 

Ayrılık ölümden yaman

Allah göstermesin aman

Seni görmediğim zaman

Düşlerime giriyorsun

 

Çektin kılıcı, kalkanı

Doldurdun gönül çantanı

Gitme güzeller sultanı

Bana hayat veriyorsun

 

2007

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

            KISKANIYOR

 

Seni seviyorum diye;

Eller seni kıskanıyor.

Şaşıyorlar bu sevgiye;

Diller seni kıskanıyor.

 

Nazarlı gözlerden sakın

Parmağına yüksük takın

Çiçeklerde yoktur kokun

Güller seni kıskanıyor

 

Gözlerin derdime derman

Bu can sana olsun kurban

Başında pembe bir türban

Allar seni kıskanıyor

 

Hayatıma girdin birden

Aşk ateşi gitmez serden

Bu güzellik, bu tat nerden

Ballar seni kıskanıyor

 

Kuğu gibi geziyorsun

Gözlerini süzüyorsun

Yüreğimde yüzüyorsun

Göller seni kıskanıyor

 

                                   2008

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

BİRİNİ BULDUM

 

Senin açtığın yarayı; 

Saracak birini buldum

Yıkıp gittiğin sarayı,

Kuracak birini buldum.

 

Kara gecenin sabahı

Geldi, yaşattı felahı

Bana yönelen silahı;

Vuracak birini buldum.

 

Nevruz çiçek açmış gözde

Benler sıralı ak yüzde

Her vakit verdiği sözde;

Duracak birini buldum.

 

Pırıl pırıl vicdanını

Sevgi kaynayan kanını

Seveni için canını;

Verecek birini buldum.

 

1999

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

GÖNLÜN HOŞ DEĞİL Mİ?

 

Seherde bülbüller öter

Ötüşü, bir düş değil mi?

Erkenden bir duman tüter

Bilmem, gönlün hoş değil mi?

 

Koyun meler kuzusuna

Gönül arar, nerde suna

Sorsam yârin arzusuna

Güller sana eş değil mi?

 

Yalvarırım hakka daim

Hiç kimse bilmiyor halim

Tutuldu ayağım, elim

Sizin iller kış değil mi?

 

Çiçekle bezenmiş yurdu

Çadırı çimene kurdu

Uğrun uğrun ağlıyordu

Kirpikleri yaş değil mi?

 

Başına siyah çar takmış

Gözlerinden inci akmış

Başkasında gönlü yokmuş

Son pişmanlık boş değil mi?

 

Bir yiğit, böyle yıkılmaz

Bu çile, yalnız çekilmez

Taş yere tohum ekilmez

Senin yürek taş değil mi?

 

1982

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

           

DAĞLI MANİLER

 

Dağlara erişemem

Kuşlarla yarışamam

Yârim bugün gelmezse

Bir daha görüşemem

 

            Dağlara götür beni

            Karlara batır beni

            Gözünü sevdiğim yâr

            Dizine yatır beni

 

Dağların başı kardır

Toprağı taşı kardır

Yârimi bir kez görsem

O bile bana kârdır

                       

            Dağlarda at yayılır

            Yeleleri sayılır

            Menekşe gözlü yârim

            Beni görse bayılır

 

Dağların üstü çayır

Yanarım cayır cayır

O yâri düşünmekten

Bende kalmadı hayır

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Dağların başı serin

Yollara çiçek serin

Para, pul sizin olsun

Yârimi bana verin

 

Şu dağları gezeyim

Göllerinde yüzeyim

Yârin samur saçını

Çiçeklerle bezeyim

 

Dağlarda yayla çayı

Severim koklamayı

Yârsiz bir gün geçmiyor

Nasıl beklerim ayı

 

Dağlara koyun saldım

Peşinde kaval çaldım

Yâri ele vermişler

Kuşlardan haber aldım

 

Şu dağlarda kuzu var

Çığırlarda izi var

Yârimden ayırdılar

Yüreğimde sızı var

 

                        2002

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

            MUZAAFFER OLAN

 

Kim nefsini yenerse, muzaffer olan odur

Böylesini bulursan, şapka çıkar, selam dur.

 

2009

 

 

 

 

 

 

 

                        DAVETİYE

 

Düğünümüz var dostlar, duymayana duyurun

Müstesna günümüze, biraz vakit ayırın

Arkadaşlar, ahbaplar, akrabalar, komşular;

Leyla ile Mecnun’ un düğününe buyurun

 

2004

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

            GÜLÜN DİKENİ

 

Bir sabah goncayı dereyim derken

Ellerime, gülün dikeni battı

Kavuşmanın hayalini kurarken

Dikenleri yüreğimi kanattı

Bir sabah koncayı dereyim derken

 

                                               2005

 

 

 

 

 

            GÜL İÇİN

 

Bülbülün figanı, gonca gül için

Ne büyük murattır O, bülbül için

Bir kez olsun, Gül, yüzüme gülmedi

Ben, kendimi heder ettim Gül için

 

2007

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

                        BU DERT

 

Dizler taşımaz oldu, bu ayaklar götürmez

Bu dert beni götürür, inan dostum çok sürmez

 

                                                            2009

 

 

 

 

 

 

 

TEK YÖN

 

Kumaşım farklı benim, satılmaz her pazarda

Gezdim, tozdum bir zaman, şimdi sıra mezarda

 

2010

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

                        BİLMEM

 

Akşam vakti, kayıp ettim gölgemi

Bu güneş yeniden doğar mı bilmem?

Fırtına başladı, batarsa gemi;

Azgın sular beni, boğar mı bilmem?

 

                                                1995

 

 

 

 

 

DOST SANDIĞIN

                    

Baş ahbabım deyip dost bildiğini;

Menfaatler çakışınca anlarsın.

Ne kadar sayılıp, sevildiğini;

Başın dara sıkışınca anlarsın.

 

2009

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

            MİNİK MERVE’M

 

Minik kanaryamsın pek tatlı dilli

Hanemde şakıyıp, ötersin Merve

Gözlerin sürmeli, gıdığın ballı

Ömrüme bir ömür katarsın Merve

 

Ellerin kadife, saçların sırma

Sıkı sıkı sarıl dedeni kırma

Böyle bir güzeli gel de ısırma

Kaşlarını niçin çatarsın Merve

 

Rabbim seni bize vermiş çok şükür

Dişlerin sedeften, saçların çok gür

Pembe yanağını dudağıma sür

Sen bana üç öğün yetersin Merve

 

Vurgununum geciktirme vuslatı

Yorgun bedenimin yoktur takati

Gidiciyim, gel kaçırma fırsatı

Her zaman gözümde tütersin Merve

 

Eşin emsalin yok gayet şirinsin

Atom karıncasın, süper beyinsin

Yüreğim üşürken seni giyinsin

Sevginle sıcacık tutarsın Merve

 

Mutlu bir hayat sür, hem beni de an

O kara gözlerin gülsün her zaman

Seni seviyorum, küçüğüm inan

Gönlümün içinde yatarsın Merve.

 

07.01.2009

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

            GÜZEL ELİF’İM

 

En gözde çiçekler eş olmaz sana

Lale de, sümbül de, gül de Elif’im

İçten yaralıyım, merhem ol bana

Ferahlat gönlümü gül de Elif’im

 

Kaybımız büyüktür, şimdi şoktasın

Sokakta, komşuda ya da parktasın

Her yerde babanı aramaktasın

Kalıyor gözlerin yolda Elif’im

 

Boyundan büyüktür derdin, kederin

Biçareyiz kuzum, yaran çok derin

Duaya açılmış minik ellerin

Her anında baban dilde Elif’im

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yaralı kuş gibi çırpınıp durma

Cevabı pek müşkül, çok soru sorma

Gıdığın şeftali, yanağın hurma

Tadın yok kaymakta, balda Elif’im

 

İnci gibi akan gözyaşın dinsin

Sen gül de güzelim, annen sevinsin

Her gece yanına melekler insin

Rabbim, garip kuşa dulda Elif’im

 

Seni görmedi mi duramaz deden

İçinde bir sancı başlar inceden

Dileğim şudur ki, yüce Merciden

Korunsun tufanda, selde Elifim

 

Henüz, üç yaşında taze fidansın

Kimse incitmesin sırça mercansın

Hayat iksirisin, nefessin, cansın

Bağrıma basayım gel de Elif’im

 

20.12.2010

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

            SENİ ÖZLEDİM

 

Bizden ayrılırken büktün boynunu

İzledim kuzum ben, seni izledim

Bıkıp, usanmadan her gün yolunu

Gözledim kuzum ben, seni gözledim

 

Hak’ kın bahşettiği cennet gülüsün

Derdim, küçük yavrum tezce büyüsün

Uğrar diye kem gözlerin büyüsün;

Gizledim kuzum ben, seni gizledim

 

Senin okumaman bizim için zül

Elemi, kederi bırak, gayri gül

Yokluğuna nasıl dayanır gönül

Nazladım kuzum ben, seni nazladım

 

Düşünme burayı dersine çalış

Ayrılık zor ama sen ona alış

Bizi de kahretti senden ayrılış

Özledim kuzum ben, seni özledim

 

                                               1993

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

“ BAHTIN AÇIK OLSUN “

 

Sen, bizim bahçenin gonca gülüydün

Neşe kaynağımdın, sevgi doluydun

Hem dert ortağımdın, hem destekçimdin

Bütün olmazların çıkar yoluydun

Bugün, temelinden sarsıldı bendim

 

İtinayla seçip, koydum ismini

Sana verdim kalbimin bir kısmını

Doya doya bakıp, öpüp koklayım

Bari ver de bir boylama resmini;

Ömrümce, koynuma alıp saklayım

 

Kırmızı ibrişim kardeş kuşağı

Bağlansın da öyle çık git eşiği

Yorgunum, bitkinim bende bir hal var

Bu gece akşamdan serin döşeği

Sanki üzerime uçuyor duvar

 

Meğer son geceymiş, kına gecesi

Ayrılığa delaletmiş “ Türkçesi “

Kanatlandın uçuyorsun yuvadan

Yine garip kaldı gönül bahçesi

İçim daralıyor, ağır havadan

 

Gelin arabası gelmiş tur atar

Taksi kornaları beynimde öter

Bahtın açık olsun yürü git kızım;

Gelinlikle görmek, bu bana yeter

Saadetler dilemektir son sözüm.

 

2005

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

KENGER VAKTİ

                       

                        Fazlı Karaman Ağabeye

 

Gelirim demiştin, kenger vaktinde

Kengerler kurudu, yine gelmedin

Her nedense, duramadın akdinde

Dün şölen varidi, yine gelmedin

 

Çiçekle süslenen dağ etekleri

Silip, süpürüyor kötülükleri

Horoz kayasının kar kütükleri

Âhından eridi, yine gelmedin

 

Kurduğum düşünce zamana sığmaz

Gönül tarlasına yağmurlar yağmaz

Bu günün güneşi, bir daha doğmaz

Gün garba yürüdü, yine gelmedin

 

Ne gün tutacaksın verdiğin sözü

Geçen günler aştı doksanı, yüzü

Sana, kanattığım kenger sakızı

Bakraçta çürüdü, yine gelmedin

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Ne kadar dil döksem, hepsi nafile

Gemi yürümezmiş sade laf ile

Yetmişinden sonra kel durdu bile

Zülfünü taradı, yine gelmedin

 

Baka baka gazel oldu kengerler

Görenler aklımdan şüphe ederler

Şaşkın adam, daha ne bekler derler

Yüreğim kor idi, yine gelmedin

 

Bahar geldi geçti, yaz tükenmekte

Zaman kurdu mevsimleri yemekte

Bu ayın sonunda güz görünmekte

Kar yolu bürüdü, yine gelmedin

 

Aksu deresinde çağlayan sular

Yalçın kayalardan ağlayan sular

Kaynağı, deryaya bağlayan sular

Beni de sürüdü, yine gelmedin

 

Hasret kaldım, dost yüzünü özlerim

Canım sıkkın, dokunmasın sözlerim

İstanbul yoluna dalan gözlerim

Hep seni aradı, yine gelmedin.

 

2007

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

            “ ÖĞRETMEN ’’

 

Som cevheri pak eliyle yoğurur

İtinayla işler, dizer öğretmen

Ham ipeği kirmeninde eğirir

Sevgi ile dokur, bezer öğretmen

 

İrfan çeşmesinin suyunu içer

İyiyi, güzeli, doğruyu seçer

Engin bilgisiyle ufuklar açar

Toplumun yolunu çizer öğretmen

 

Yetiştirmek için model insanı

Çalışır, çırpınır sunar imkânı

Cehalet derdine bulur dermanı

Zamanı sorgular, süzer öğretmen

 

Öğrencisi için ömrünü adar

Mücadele eder sonuna kadar

Ahlâk yapısında büyük hissedar

Hayat reçetesi yazar öğretmen

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Onları şefkatle bağrına basar

Okutur, eğitir bırakır eser

Zulmetin önünü, bilimle keser

Çirkin oyunları bozar öğretmen

 

Kimi mimar olur, kimisi doktor

Her biri hedefe atılan oktur

Doğu, batı diye ayırım yoktur

İl il, belde belde gezer öğretmen

 

Çağlara yön veren o’nun mühürü

Doruklara taşır fenni, kültürü

Cevabını bulur binlerce soru

Çetin soruları çözer öğretmen

 

Vatana sevdalı, bayrağa âşık

Milletiyle, mesleğiyle barışık

Yüzünde tebessüm, gözünde ışık

İlmin mayasını özer öğretmen

 

Öğretmen, sözünü, özünü bilir

İşler peteğini, balını alır

Vefakâr insandır sever, sevilir

Gönül deryasında yüzer öğretmen.

 

2008

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

            BENİM DİLİM

 

 

Türk’üm, Türk diline sevdalıyım ben

Türkçe konuşurum, Türkçe yazarım

Anamın diline çok bağlıyım ben

Yabancı dillere olmaz nazarım

 

Bozmasın dilimi uyduruk diller

Benim güzel Türkçem arı, durudur

Türkçenin tadını ne bilsin eller

Damağımın tadı, gözüm nurudur

 

Bir Millet diliyle birlikte yaşar

Dilini unutan Millet yok olur

Türkçeyi korumak bizlere düşer

İnsanlar diliyle kimliğin bulur

 

Şiirim Türkçedir, düşüncem Türkçe

Özüm, sözüm Türkçe, Bayrağım Türkçe

Kederim Türkçedir, sevincim Türkçe

Zengin tarihimle, toprağım Türkçe

 

2009

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

O’ NUN AŞKINDAN

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

            O’NUN AŞKINDAN

 

Yüce Rabbin aşkından nehirler çağlamakta;

Bitkiler zikir çekip, bebekler ağlamakta.

 

1994

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

            SENİN RIZAN İÇİN

 

Rabbim haccı nasip et, ihrama bürüneyim

Tek senin rızan için, yollarda sürüneyim

 

1996

 

 

 

 

 

 

 

            BIRAK KALSIN

 

Bu dünyada şan, şöhret güzelde, sonrası boş

O halde bırak onu, Allan’ın yolunda koş

 

1995

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

            USTA

 

Her insanın başkadır, birbirindin siması

Düşünmek gerekmez mi, kimdir acep ustası?

 

1997

 

 

 

 

 

RUHUN GIDASI

 

Namaz, ruhun gıdası, dertlerin ilacıdır

Peygamberim buyurdu, müminin miracıdır

 

1995

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

CAN KUŞU

 

Bu can, kafeste bir kuştu

Can kuşu kafesten uçtu

İlâhi davete koştu;

Koştu canana kavuştu.

                       

                                   2001

 

 

 

 

 

            DELİLİK

 

Dünyada ne kalır, öldükten sonra

Bir kötülük kalır, bir de iyilik

Bunları yaşarken bildikten sonra

O halde, kötülük yapmak, delilik

 

1995

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

            DÜNYA MALI

 

İnsanoğlu, dünyaya elleri bomboş gelir

Nasibi ne kadarsa, ancak o kadar alır

Verilen süre dolar, yolculuk tekrar başlar

Dünya malı dediğin, yine dünyada kalır

 

2008

 

 

 

 

 

 

            HAYAT PERDESİ

 

Gizli bir el çeker, hayat perdeni

Birkaç metrelik bez, sarar bedeni

Dostların, uğurlar, mezara kadar

Hiçbir kuvvet döndüremez gideni

 

2008

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

            MEVLA’YI ÇAĞIRIR

 

Seherde uyanan bülbül

Çiler, Mevla’yı çağırır

Rahmetiyle açılan gül

Güler, Mevla’yı çağırır

 

Besmele her şeyin başı

Bulutlar akıtır yaşı

Yıldırımlar dağı, taşı

Deler, Mevla’yı çağırır

 

Ağaçlar eğer dalını

Çiçek sergiler alını

Garip çoban kavalını

Çalar, Mevla’yı çağırır

 

Bahçe açar çıkısını

Kiraz, takar takısını

Reyhan, güzel kokusunu

Salar, Mevla’yı çağırır

 

Çilek, sunar çileğini

Gözler kurar eleğini

Masum yüzler dileğini

Diler, Mevla’yı çağırır

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Avını arar tazılar

Çimen bitirir yazılar

Bütün koyunlar, kuzular

Meler, Mevla’yı çağırır

 

Arılar dolaşır dağı

Yoklar çiçeği, yaprağı

Karınca kara toprağı

Eler, Mevla’yı çağırır

 

Veli kulların sözleri

Nura boyanmış yüzleri

Hak anılınca gözleri

Dolar, Mevla’yı çağırır

 

Bebek kaldırır başını

Gösterir inci dişini

Ağlarken gözün yaşını

Siler, Mevla’yı çağırır

 

Tüm canlılar hayat boyu

Kana kana içer suyu

Âşıklar, derin uykuyu

Böler, Mevla’yı çağırır

 

2008

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

CANAN DİYE

 

Gönül bir sevdaya düştü

Yanar canan canan diye

Aşkın şarabından içti

Döner canan canan diye

 

Kur’an sözlerin doğrusu

Hak yolunadır çağrısı

Bütün dertlerin ağrısı

Diner canan canan diye

 

Secdeye kapanır başlar

Pişmanlıkla akar yaşlar

Medine’ye uçan kuşlar

Konar canan canan diye

 

Güneş eritir karları

Su büyütür çınarları

Kuruyan gözpınarları

Kanar canan canan diye

 

Tadan unutmaz tadını

Almak ister muradını

Her daim O’nun adını

Anar canan canan diye

 

2009

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

            ECEL

 

Ecel, bakmaz yaşa, başa

Vadesi dolan gidiyor

İster az, ister çok yaşa

Sırası gelen gidiyor

 

Bir yol ki bu, giden gelmez

Zamanını kimse bilmez

Bir saniye ertelenmez

Çağrıyı alan gidiyor

 

Çıkmasa da bir talibi

Yoktur ecelin galibi

Tolu vurmuş çiçek gibi

Yaprağı solan gidiyor

 

Ne fakir tanır, ne zengin

Ne yüksek bilir, ne engin

Birdenbire gelir son gün

İşini bölen gidiyor

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Verilen süre belirsiz

Çekilen kura belirsiz

Nöbet var, sıra belirsiz

Bir bir seçilen gidiyor

 

Hane hene gezer durur

Uğradığı canı vurur

Bedavaya bilet verir

Beze sarılan gidiyor

 

Ezgin bir sela verilir

Dostlar, başına derilir

Amel defteri dürülür

Yaptığı kalan gidiyor

 

İki metrelik bir çukur

Ne altın geçer, ne bakır

Tek çıkar yol sabır, şükür

Ağlayan, gülen gidiyor

 

2007

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

            HOŞ GELDİN

 

On bir aydan bu yana, bekliyoruz yolunu

Hoş geldin, sefa geldin ayların padişahı

Gönül peteklerine dolduralım balını;

Ellerimiz dopdolu olsun bayram sabahı

 

Şehrimiz, ocağımız bereketinle doldu
Yoksulun, kimsesizin mahzun yüzleri güldü
Müjdeler olsun dostlar, Ramazan ayı geldi
Feyiz çeşmelerinde yıkayalım günahı

 

Bir gece var ki onda, tam bin aya bedeldir
Rahmet ummanlarına koşup testini doldur
İbadetini tam yap, iki elini kaldır;
Kulluğunu arz eyle, zikret yüce Allah'ı

 

2005

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

            KADİR GECESİ

 

Bu gece kıymetli geçirme boşa

Bin aydan hayırlı Kadir Gecesi

Mevla’yla kalırsak eğer baş başa

Gülşene bürünür gönül bahçesi

 

Gecenin sırrına ermektir murat

İnsanın ruhunda bırakır bir tat

Kuran’ı Kerimi eyle kıraat

Şefaatçi olur her bir hecesi

 

Kıbleye yönelip boyun bükerek

Gözlerinden kanlı yaşlar dökerek

Allah Allah diye tesbih çekerek

Huzurda yapalım şükür secdesi

 

Günahkâr elleri açıp semaya

İçten yalvaralım ulu Mevla’ya

Rabbim rahmetiyle bakar simaya

Affı sever yücelerin Yücesi

 

Geçen seneleri gözden geçirip

Zalim nefsimize zehir içirip

Gecenin feyzinden güller devşirip

İbadetle dolsun ahret bohçası

 

Bu gece bedeldir bütün bir ömre

Yaşantımız uysun İlâhi emre

Taş yüreğimize düşerse cemre

Mazhar olur Peygamberin müjdesi

 

 

2009

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

KUTLU DİYAR MEKKE VE HZ.MUHAMMED

 

Âlemi var edenin seçtiği kutlu diyar

Nice peygamberlerin o toprakta izi var

 

Halil İbrahim gelip Kâbe’yi tekrar kurdu

Hacer ve İsmail’in şenlendi ıssız yurdu

 

Hakkın nazar kıldığı bir yer olur mu viran?

Allah’ın evi orda, orada indi Kur’an

 ö

Yüce Rabbim lütfetti, zemzem fışkırdı çölden

Sevgili gelecekti, çünkü bu altın koldan

 

Sene beş yüz yetmiş bir, mevsim ise ilkbahar

Abdullah’ın evinde müjdeli bir haber var

 

Amine’nin yavrusu iki cihan güneşi

Yerde, gökte övülür, yoktur daha bir eşi

 

Ta doğudan, batıya nurla doldu kâinat

Şanı yüce çocuğa melekler gerdi kanat

 

Torununu bağrına bastı Abdulmuttalip

Himayesine aldı amcası Ebutalip

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Beldeler arasında Mekke mukaddes mekân

Bu mübarek toprakta kan akıyordu kan

 

Gün geldi, zaman doldu peygamber oldu Ahmet

Çölleşmiş yürekleri yeşertti inen rahmet

 

Allah’ın birliğine çağırdı insanları

Cahiller güruhunun çok sıkıldı canları

 

Allah’ın emirleri iniyor ayet ayet

İnananlarda sevinç, müşriklerde şikâyet

 

İslam’ı seçenlere müşrikler zulmediyor

Ya dininizden dönün, ya burdan gidin diyor

 

Hicret vakti gelmişti, iki dost çıktı yola

Zor yolculuktan sonra, Küba’da verdi mola 

 

Ve nihayet göründü, özlemle beklenenler

Medine’yi coşturdu, dağlarda saklananlar

 

Allah’ın Elçisine kucak açtı Medine

İnsanlar fırka fırka girdi bu yüce dine

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Müşrikler tek taraflı bozmuşlardı barışı

Çok sürmedi, ordunun nur şehrini sarışı

 

Kahraman mücahitler dört bir koldan akıyor

Kureyş reisleri şaşkın şaşkın bakıyor

 

Doğduğu topraklara girdi Resulü Ekrem

Başladı müşriklerin yüreklerinde deprem

 

Mekke’yi teslim aldı, Mekke’den sürülenler

Mekke ulularınca hor, hakir görülenler

 

Kâbe’nin anahtarı sunuldu Muhammed’e

Beytullah’ın damından yükseldi ulvi seda

 

Putlardan, resimlerden arındı kutlu Kâbe

Tekbir nidalarıyla tavaf etti sahabe

 

Rabbim şükürler olsun bu ne muhteşem dönüş

Sürgünlerde mutluluk, putperestlerde sönüş

 

İslam’la şereflendi, huzur buldu gönüller

Muhammed Mustafa’dan aldı kokuyu güller. SAV.

 

2002

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

            SEVGİLİ SULTANIM

 

Yusuf’tan güzelsin, Âdem’den ezel

Sevgili sultanım bir tanesin sen

Rabbim yetiştirmiş, yaratmış özel

Hiçbir kusurun yok, şahanesin sen

 

Mübarek beldenin yetim çocuğu

Mekke’nin emini ve talihisin

Gönül deryasında yüzen bir kuğu

Bütün insanların en Salih’isin

 

Dilinden yükseldi mukaddes çağrı

Yaratanın kulu ve hatibisin

Seninle değişti dünyanın seyri

Allah’ın elçisi ve habibisin

 

Umudun söndüğü, susuz çöllerde

Yanan yüreklerin çağlayanısın

Eşsiz bir tabipsin, ismin dillerde

Derin yaraların bağlayanısın

 

Bütün zamanların, tek şahsiyeti

Peygamberler şahı, Hak bülbülüsün

Cemalini gören netsin cenneti

Cennet bahçesinin solmaz gülüsün

 

Böyle bir karakter görmedi cihan

Canlara can, âlemlere rahmetsin

Yerlerde, göklerde övülen insan

Muhammet’sin, Mustafa’sın, Ahmet’sin SAV.

 

2009

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

       “  E F E N D İ M “                                          

 

 

Ezelden, ebede, solmayan çiçek;

Yüreklerde açan gülsün Efendim.

Rahmet pınarından doyası içek;

Bizimde yüzümüz gülsün Efendim.

 

Kudret kalemiyle çizildi hudut

Mekke çöllerinde yeşerdi umut

Bütün güzellikler şahsında mevcut

Neyzenler, besteni çalsın Efendim

 

İnsanlığa inen, son kitap Kur’an

Çağlar değişse de, tazedir her an

İnsanları, doğru yola çağıran

Rabbimin seçtiği dilsin Efendim

 

Büyük buluşmaya şahittir hıra

Zift rengi geceler boyandı nura

Âlem uykudayken çıktın huzura

Müşrikler saçını yolsun Efendim

 

Elinde bereket, dilinde şifa

Sendedir merhamet, sadakat, vefa

Hiçbir şeyde yoktur böyle tat, sefa

Vahyin peteğinde balsın Efendim

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bir bulut, başında gölge ederdi

Nere gitsen senin ile giderdi

Bir damla su, bir orduya yeterdi

Çölün ortasında gölsün Efendim

 

Geçtiğin yollara diken atanlar

Meğer ne bedbahtmış taşa tutanlar

Mübarek zatına dil uzatanlar

Kadrini nereden bilsin Efendim

 

Bütün insanlığın hayat önderi

Seni, tanıyanın kalmaz kederi

İzinde gidenin, döner kaderi

Sonsuza götüren yolsun Efendim

 

Herkese ayandır asil duruşun

Muhammed Emin’sin, yoktur bir eşin

Sığınağı idin, her garip kuşun

Yetimi okşayan elsin Efendim

 

Nebiler serdarı, Hakkın Habibi

Şefaat makamı, Kevser sahibi

Sevdalı yürekler pervane gibi

Nur yüzüne nazar kılsın Efendim

 

Gülümserken dişin inci saçardı

Mah yüzünde, pembe güller açardı

Gören gözler, aşk badesin içerdi

Dostlar nasibini alsın Efendim

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Doğuştan mühürlü kara gözlerin

Kâinata ışık tutar sözlerin

Ümmetin içindi hüznün, kederin

Muhlis kalpli, en has kulsun Efendim

 

Düşmanlar peşine düştü, hicrette

Emir almış güvercinler nöbette

Ulvi dava, yerde kalmaz elbette

İster, tüm zalimler gelsin Efendim

 

Müşfik kollarını açtı Medine

Hakikati gören, girdi bu dine

Nail olur isem, kutlu sevgine

Seven, sevdiğini bulsun efendim

 

Canlara can, sultanlara sultansın

Güzeli görmeyen, derdine yansın

Gönül, hasretine nasıl dayansın

Gözyaşımı kimler silsin Efendim

 

Senin gibi bir yüz, görmedi âlem

Vasfını yazmaktan, şan alır kalem

Sensiz yaşamaktan, duyarım elem

Bu can, sana kurban olsun Efendim. S.A.V.

 

 

2008

 

 

                          

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

NE OLUR TUT ELİMDEN

 

En karanlık devirde, büyük muştuyla gelen

Gelmedi bu dünyaya senin kadar sevilen

Zalimler yeltense de, güneşi söndürmeye

Deryaya akan nehri tersine döndürmeye

Ey güzeller güzeli, çoktur kadrini bilen

 

En emin, en vefalı, en sadık arkadaştın

Kimsesizlerin kimi, mazlumlara sırdaştın

Gören hayran kalırdı, Yusuf’tan da güzeldin

Güneş gibi aşikâr, Âdem kadar ezeldin

Hakkın emrini yayıp, yeni bir çığır açtın

 

Dünya içerisinde yoktu eşin, menendin 

Hatice yalnız seni, sen de O’nu beğendin

Gül yüzlü çocukların bu sevginin ürünü

Seninle yaşayanın bayram olur her günü

En üstün, en mukaddes bir görevi yüklendin

 

Cehaletin zırhını delmişti nurlu okun

Âlemleri kuşattı gülden de güzel kokun

Yetimleri avutur sıvazlardın başını

Derdine deva olur silerdin gözyaşını

O mübarek elinle n’olur bana da dokun

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Koyunları otlatır, develeri güderdin

Benim de, hanemize bir katkım olsun derdin

Yürüdüğün topraklar bereket fışkırırdı

Bütün otlar, ağaçlar ismini haykırırdı

Onlarla selamlaşır, onlara gülümserdin

 

Emlik kuzu olayım dere tepe güt beni

Parmaklarından sula, elinle büyüt beni

Yahut deven olayım Medine yoluna sür

Yanından hiç ayırma gittiğin yere götür

Boynuma bir yular tak izinde yürüt beni

 

Sevmedim hiç kimseyi seni sevdiğim kadar

Sevgili, beni de al, sensiz dünya bana dar

Sayısız sevenin var, benimkisi bambaşka

Seni dünya gözüyle görebilseydim keşke

Ömrümün her mevsimi o an olurdu bahar

 

Hasretinden dertliyim ey güzeller serdarı

Bir yudum Kevser sun da, dinsin gönlümün harı

Hakikat bahçesinin en has, en nazlı gülü

Yüreğimin kapısı başkasına sürgülü

Ey sevgili, sendedir gönlümün anahtarı

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

İçimdeki yangınlar günden güne kor olur

Virane olan gönlüm aşkınla mamur olur

Çok bekletme sultanım bir gece kapımı çal

Düşümde olsa bile, bir lahza yanımda kal

Ayak bastığın mekân aydınlanır, nur olur

 

Öyle bir zamandayız, zamana tutsak olduk

Nefsimize yenildik, günah bahrine daldık

Ruhlarımız gıdasız hem susuz hem de açız

Ey rahmet peygamberi yardımına muhtacız

Kurtar bizi bu dertten, türlü dertlerle dolduk

 

Derdimi anlatamam bizarım bu dilimden

Gönüller tabibisin, sen bilirsin halimden

Derdimin şifası yok bitkilerde, ballarda

Ben sensiz yürüyemem çetrefilli yollarda

Ey sevgili rehberim ne olur tut elimden

 

2011

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

“SEVİYORUM”

 

Varlığını Hak yoluna,                      

Serenleri seviyorum.

Canını vatan uğruna,

Verenleri seviyorum. 

 

Fitne ekip kan dökeni,

Teröre arka çıkanı,

Bayrağıma yan bakanı,

Vuranları seviyorum.

 

Bir yürekte olmazsa kir

Ayırt etmez zengin, fakir

Memleketi için fikir,

Yoranları seviyorum.

 

Asalet varsa özünde

Güven okunur gözünde

Adam gibi her sözünde,

Duranları seviyorum.

 

Soysuzlara meyletme, küs

Güzel ahlâk kişide süs

Bütün zorluklara göğüs,

Gerenleri seviyorum.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Adaletten sapmaz dirhem

Yüzü asık değildir hem

Milletin derdine merhem,

Sürenleri seviyorum.

 

Kim şaşırır mihrabını,

Dolandırır ahbabını.

Yolsuzluğun hesabını,

Soranları seviyorum.

 

Her devrin vardır pirleri

Hayra çevirir şerleri

Hak dostu olan erleri,

Erenleri seviyorum.

 

Din için çile çekeni

Kalplere sevgi ekeni

Bir gül için, bin dikeni,

Derenleri seviyorum.

 

Beyaz eder karasını

Yapar komşu arasını

Yetimlerin yarasını,

Saranları seviyorum.

 

Düşünürse ötesini

Elbet, üzmez atasını

Önce kendi hatasını,

Görenleri seviyorum.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bulur derdin devasını

Alır mazlum duasını

Gariplerin yuvasını,

Kuranları seviyorum.

 

Aşk ateşi büyür gün gün

Yapılır nişan ve düğün

Mevla’nın emrine uygun,

Törenleri seviyorum.

 

İnsan olursa kafalı

Yaşamaz gözü kapalı

Her hâlükarda vefalı,

Yârenleri seviyorum.

 

Kapılmaz öfkeye, kine

Uymaz havai zevkine

İnsanlığın idrakine,

Varanları seviyorum.

 

Kul, kulu görmezse köle

Diken bile döner güle

Sevgi ile bir gönüle,

Girenleri seviyorum.

 

2008

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

HALKSIZ DEMOKRASİ

 

Cumhuriyet türküsünü söyleyip!

Milletin önünü kapatanlar var.

Halkın seçtiğine razı olmayıp;

Durumdan vazife çıkartanlar var

 

Bunlar kazanırsa demokratik yol

Başkası alırsa, derler ağır ol

Düşünme, konuşma, görme, sağır ol,

Deyip, özgürlükten dem vuranlar var

 

Kimse çözemiyor demokrasi ne

Kulak tıkanıyor halkın sesine

Adalet kefesi döner tersine

Ülkemde, tuzları kokutanlar var

 

Şu, kartel medyası, birinci kuvvet

Onların dediği, olur hükümet

Yoksa ilk etapta kopar kıyamet

Abanın altından, korkutanlar var

 

Rantiyeci, mafya ve beşli çete

Baş başa vererek yazar reçete

Daha niceleri dâhil şirkete

Her gün ekranlarda sırıtanlar var

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Mesnetsiz fikirler çıkıyor YÖK’ten

Vatandaşı, kurtarmalı bu yükten

İlimsiz yuvayı, silmeli kökten

Ayrımcılık dersi okutanlar var

 

Başörtüsü taksa bir kız öğrenci

Hemen damgayı yer, aşırı dinci

İsterse, sınıfta olsun birinci

Okul bahçesinde coplatanlar var

 

Aslan Mehmetçiği doğuran ana

Kışla kapısından çevrilen ana

Tabutun başında devrilen ana

Şehidin sırtından pay kapanlar var

 

Demokrasi yırtık, tutmuyor yama

Yüz okkayı, denk saydılar grama

Halk, çıkış yolunu biliyor ama

Tekerin önüne taş atanlar var

 

Bırakılır mı hiç, koltuklar ballı?

Bunun kaymağını yiyenler belli

Adamlar, bütçeyi emer temelli

Milletin kanını kurutanlar var

 

Yaralarım her yanımdan göz verdi

Ben merhem istedim, tabip tuz verdi

İnancıma söven dünkü namerdi

Vatan aşığıyla bir tutanlar var

 

2007

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

            UZAK TUT BENİ

 

Yüce Rabbim, bu biçare kulunu;

Yüzsüzlerden, soysuzlardan uzak tut.

Ben istemem parasını, pulunu;

Kalpsizlerden, huysuzlardan uzak tut.

 

Alnım açık olsun, başım dik olsun

Açgözlü olmayım, gözüm tok olsun

Her şartta, tuttuğum taraf hak olsun

Kalleşlerden, haksızlardan uzak tut

 

Simasına baksan, saç, sakal tamam

Ya çok emin biri yahut baş imam

Sihirli sözlerle, inandırır tam

Dili ballı hırsızlardan uzak tut

 

Türlü yollar bulur, akla gelmeyen

Halkı soyar, Hak korkusu bilmeyen

İnsanlıktan nasibini almayan;

Alçaklardan, çapsızlardan uzak tut

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Nefsiyle yüzleşmez, aynaya baksın

Kirlerin içinde koktukça koksun

Ahlâktan habersiz, edepten yoksun

Kaşarlanmış arsızlardan uzak tut

 

Haram yoldan servetini katlamış

Ömür boyu yasak yerde otlamış

Hicabından, ardamarı çatlamış!

Kahpelerden, utsuzlardan uzak tut

 

Devamlı nefsinin peşinden giden

Pislik deryasına batmış bir beden

Vatana, Millete ihanet eden;

Hainlerden, köksüzlerden uzak tut

 

Kadir Mevla’m bulaştırma çirkefe

Onlarla, aramda olsun mesafe

Hamallık yapayım, taşıyım küfe

Yeter ki, şu pürüzlerden uzak tut

 

2008

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

UZAK DUR!

 

Büyük lokma ye de, büyük konuşma!

İyi düşün, boş sözlerden uzak dur.

Öyle her gidenin peşinden koşma

Yanlış yoldan, ham izlerden uzak dur

 

Doğruyla dost ol da, eğriden ayrıl

Hakikat ipine sımsıkı sarıl

Çirkin iş yapana öfkelen, darıl

İflah olmaz öküzlerden uzak dur

 

İnsanlık denen şey, galiba bitmiş

Çamura mı batmış, Aya mı gitmiş?

Hayânın yerini, arsızlık tutmuş

Şeytanlaşmış şom yüzlerden uzak dur

 

Değerler değişmiş, ahlak bozulmuş

Aile yapısı kökten çözülmüş

Kimisinin yüz derisi yüzülmüş

Sadakatsiz şer kızlardan uzak dur

 

Ne saygı, ne sevgi, ne de bir vefa

Kişiler, keyfince sürüyor sefa

Selam versen, pişman eder bin defa

Şirret kokan kem gözlerden uzak dur.

 

2009

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

ÇARE VARMI DOKTOR BEY?

 

Nemelazımcılık hastalığından;

Kurtuluş çaresi var mı, doktor bey?

Bir reçete yazsan en alasından

Bu sizin meslekte sır mı, doktor bey?

 

Bu müzmin hastalık tak etti cana

Bir çare bul diye gelmişiz sana

Avare davranma, bir bak bu yana

Teşhisi o kadar zor mu, doktor bey?

 

Ahlak törpülendi, töre bozuldu

Değerler çiğnendi, yöre bozuldu

Billur gibi akan dere bozuldu

Sular yine durulur mu, doktor bey?

 

Olmadık halt yer de kızarmaz yüzü

Kökünü unutmuş,  bozulmuş özü

Şerefmiş, namusmuş görmüyor gözü

O gözler, sahiden kör mü doktor bey?

 

Vicdan cellâdından medet umarız

Arsıza, hırsıza karşı susarız

Görsek bile gözümüzü yumarız

Yapanın yanına kâr mı, doktor bey?

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Her gün bin bir çeşit dolap çevrilir

Meydanlarda nice çamlar devrilir

Dalkavuklar, yalakalar sevilir

İnsanca yaşamak ar mı, doktor bey?

 

Derler, ye üzümü, sorma bağını

Kırmızı örümcek örsün ağını

Bu dünyayı kurtar, sar yumağını

Bu hayat insana yar mı, doktor bey?

 

Başımız dönüyor tansiyon yüksek

Dağ gibi görünür, ufacık tümsek

Vah diyen olmuyor, yarımız ölsek

Sağ kalanlar korunur mu, doktor bey?

 

Tepkimiz yok sinemizi soyana

Seyirciyiz, canımıza kıyana

Toplum, derin uykusundan uyana

Umut var mı, uyanır mı, doktor bey?

 

Bırakmıyor yakamıza yapıştı

Girdi hücremize, kana karıştı

Akyuvarlar suspus, bünye alıştı

Vurdumduymaz yaşanır mı, doktor bey?

 

Toplumu bitirdi acı, ızdırab

Durum düzelmezse halimiz harap

Hangi merhem şifa olur hangi hap

İlaç, kafdağında kar mı, doktor bey?

 

2000

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

SİNSİ ARKADAŞ SİGARA!

 

Sağlığın düşmanı, sinsi arkadaş

İnsana, kancayı takar sigara

Ne dert ortağıdır, ne dost, ne sırdaş

Kendi tuzağına çeker sigara

 

Derdi, paran ile satın alırsın

Tükenir takatin, güçsüz kalırsın

İş işten geçince pişman olursun

Çaresiz dertlere sokar sigara

 

Gözlerinin önü pul pul morarır

Buğday benzin günden güne sararır

Akciğerin kömürleşir, kararır

Yiğidin belini büker sigara

 

Sigara içenin pek kokar ağzı

Düzensiz saz gibi hırlar boğazı

Bütün bedenini sarar marazı

Adamı genç yaşta yıkar sigara

 

Sigarayı değil, kendini yakar

Marifetmiş gibi keyifle çeker

Sayısız zehrini içine döker

Öksürtür, döşünü söker sigara

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Çocuk, büyüklerden görür kursunu

Küçükken bilemez can korkusunu

Ataşlara atar öz yavrusunu

Anayı, babayı yakar sigara

 

Birçok kötülüğe basamak olur

İçki kumar derken, işten kovulur

Geçimsizlik başlar, yuva dağılır

Karabasan gibi çöker sigara

 

Bir izmarit yutar koca ormanı

Havayı kirletir kara dumanı

Emanet olarak verilen canı

Durmadan sıktıkça sıkar sigara

 

Doktorlar söylesin, varsa yararı

Akıl sahipleri versin kararı

Bütün bir ev halkı görür zararı

İçmeyene berbat kokar sigara

 

Çevreyi kirletir, sağlığı bozar

Ölüm fermanını kendisi yazar

Konu komşu gelir, açar bir mezar

Başucuna bir taş diker sigara

 

2007

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

DOST KADRİNİ BİL

 

El, ele ucuzdur acımaz sana!

Dostlarının kıymetini bil yavrum

El adamı merhem olmaz yarana

Vefalı insanı ara, bul yavrum

 

Çıkarcı kişiye bağlama umut

Vefasız olanı arama, unut

Seveni sev, hakça yaşa, hakkı tut

Dostlarına sadakatli ol yavrum

 

İbret almak için çevrene göz at

Bir canı inciten olur mu azat?

Yetime, yoksula elini uzat

Garibanla ekmeğini böl yavrum

 

Edep gömleğini boyunca takın

Dost gönüller olsun hep evin, barkın

Kötü söz etmekten her zaman sakın

Yürek fatihidir tatlı dil yavrum

 

İyiliğe, güzelliğe sevdalan

Hayatına asla girmesin yalan

Adam gibi yaşa ve Hakka bağlan

Gül dalında yetişiyor gül yavrum.

 

2010

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

            AMAN HA!

 

Bütün insanların mimarı birdir

Sakın, hiç kimseyi dışlamayasın

Varılacak durak, bir kara yerdir

Unutup da, hata işlemeyesin

 

Kibirle yürüyüp, dikme başını

Alçak gönüllü ol, çatma kaşını

Öksüzün, yetimin sil gözyaşını

Aman ha, onları haşlamayasın!

 

Fitnelik yapanlar, ocak söndürür

Olur, olmaz yerde lafı kondurur

Yaz gününde kar yağdırır, dondurur

Muhannet elinde kışlamayasın

 

Bitişen yarayı dürtüp, kaşıma

Kişiden kişiye kem söz taşıma

Her sırrını deyip arkadaşına

Sonradan kendini suçlamayasın

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Şom ağızlı, yüreğine indirir

Tatlı bir söz, acıları dindirir

Zalim olan, kimsesizi sindirir

Mazlumu, güçsüzü taşlamayasın

 

Anneye, babaya itaat eyle

Hayatın boyunca doğruyu söyle

Deme ki, dünyanın düzeni böyle

Kimseye kötülük aşlamayasın

 

Aykırı tipleri arkadaş bilip;

Ölümü unutma, dünyaya dalıp.

İyi günlerinde can, ciğer olup;

Dostunu, zor günde boşlamayasın

 

Yüce Yaratanın emrince yaşa

Ömür çok değerli, geçirme boşa

Kötü huylarını çevirip başa

Bıraktığın yerden başlamayasın

 

Var mı yetiştiren dikensiz gülü?

Merhamet yağmuru yeşertir çölü

Mizanda kesişir herkesin yolu

Hak etmeden, Cennet düşlemeyesin

 

2007

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

İNSANA DOST GEREK

 

Dost gözükenlerin peşinden gidip

Kadim dostlarını küstürmeyesin

Ufak tefek şeyi bahane edip;

Selamı, sabahı kestirmeyesin

 

Birkaç süslü sözün rengine kanıp

Sahte gülüşlerin narına yanıp

Her olur olmazı arkadaş sanıp;

Soysuzları eve bastırmayasın

 

Bulanık sulara kapılıp akma

Sevgiyi, saygıyı elden bırakma

Hem kendini, hem de dostunu yakma

Yüz azdırıp, surat astırmayasın

 

Haksız yere kimse karalanmasın

Ezeli dostluklar paralanmasın

Gönüller kırılıp yaralanmasın

Rüzgârı ters yönden estirmeyesin

 

Hiçbir zaman olma nefsine esir

Dostunu unutma geçse bir asır

Seveni, sen de sev, arama kusur

Kendini köşeye kıstırmayasın

 

                                   2011

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

                        İLGİNÇ

 

Başörtüsü denince kızdılar darıldılar

Mahkeme yollarında koştular, yoruldular

Türbana hayır diye meydan meydan gezenler,

Seçimler yaklaşırken çarşafa sarıldılar

 

2009

 

 

 

 

 

 

 

 

 

             APTALA BAK

 

Açtığınız yaralar içten içe kanıyor

Yaktığınız yürekler daha hala yanıyor

Bak hele şu aptala, yaptığı yıkımları,

Beş altı yıl geçmeyle unutuldu sanıyor.

 

2009

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

ŞOM AĞIZLI

 

Bir bayan, inanarak örtüyorsa saçını

Ne yapacaksın ki, sen, kafasının içini

Biraz saygın var ise, inanca, özgürlüğe

Şom ağzını kapa da, bilmesinler suçunu

 

2007

 

 

 

 

 

 

BİR İŞE YARASALAR

 

Aydınlığı sever mi indeki yarasalar?

Doğru yol der götürür adamı yara salar

Bu beylerin haline şaşırıp kalacağım;

Karıştırmaktan başka bir işe yarasalar

 

2008

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

            BOZULDU FİYAKASI

 

Localara kapanıp kurmuşlardı kumpası.

Ortalığa döktüler içlerindeki pası.

Demokrasi kaçkını, sahte demokratların;

Kargaşa bekliyorken, bozuldu fiyakası.

 

2008

 

 

 

 

 

 

 

 

            SEVSİNLER SİZİ

 

İşinize geldi mi demokrasi dersiniz

Umduğunuz çıkmazsa, sözünüzü yersiniz

Milletin tercihiyle, iktidar olanları

Kanun dışı yollarla yıkmayı istersiniz

 

2007

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

KIZLARA NE OLDU?

 

Ne oldu kızlara kaçan kaçana!

Anayı, babayı düşünen mi var?

Yuvayı terk edip uçan uçana

Ocağı, obayı düşünen mi var.

 

2009

 

 

 

 

 

 

 

YA ÇATLAR YA KUDURUR

 

Bu köyün köpekleri, geçene havlar durur

Kervancı, pas vermezse, racon keser, diş vurur

Yağlı kemik atana, göz yumar, kuyruk sallar

Bu gidişle, çok sürmez, ya çatlar ya kudurur

 

                                               1997

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

YÜREĞİME KOR DÜŞTÜ

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

YÜREĞİME KOR DÜŞTÜ

 

Türkistan Türklerini boğazlıyor kızıl Çin

Yüreğime kor düştü yanıyor için için

Ey dünya liderleri, vicdanınız var ise,

Yapılan soykırımın n’olur önüne geçin.

 

2009

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

YEMİN ETTİK, SÖZ VERDİK!

 

Mehmetçiğe kurşun sıkan elleri;

Kırmak için yemin ettik, söz verdik.

Şirret kokan, ayrılıkçı dilleri;

Burmak için yemin ettik, söz verdik.

 

Yıkacağız çakalların inini

Kıracağız kahpelerin binini

Şehit olan aslanların kanını;

Sormak için yemin ettik, söz verdik

 

Hangi yörede var, böylesi töre

Terör sergilenir göz göre göre

Her kim, prim verir ise teröre

Vurmak için yemin ettik, söz verdik.

 

Hiç sevmeyiz, şu ırkçılık lafını

Sileceğiz zihinlerin küfünü

Eli kanlı canilerin defini;

Dürmek için yemin ettik, söz verdik.

 

Sözleri uymuyor günü gününe

İyi bakın bugününe, dününe

Bütün gerçekleri, gözler önüne;

Sermek için yemin ettik, söz verdik.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Pis elleri, arıtamaz ırmaklar

Bunlar insanlıktan hayli uzaklar

Kalleşliğin belgesidir tuzaklar

Yarmak için yemin ettik, söz verdik

 

Bir tutarız Muğla’sını, Kars’ını

Aklı olan düşünemez tersini

Hasta ruhlu katillerin dersini;

Vermek için yemin ettik, söz verdik.

 

Haddini bildirmek gerek, namerde

Şehidimin kanı, kalmasın yerde?

Albayrağı zirvelerde, göklerde;

Görmek için yemin ettik, söz verdik

 

Bir dilden okunur İstiklal Marşı

Şehit anneleri, titretir arşı

Şu haydut, bölücü teröre karşı

Durmak için yemin ettik, söz verdik

 

Büyük bir devletiz, Millet tek yumruk

Hiçbir dış ülkeden almayız buyruk

Tek bir Türkiye var, amaçsa doruk

Varmak için yemin ettik, söz verdik.

 

2007

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

VATAN AŞKINA ŞEHİT DÜŞENLERE

 

Bu vatan aşkına candan geçerek

Kahpe kurşunlarla vurulan sensin

Yiğitçe vuruşup şehit düşerek

Şanlı al bayrağa sarılan sensin

 

Tabuta sığar mı böyle bir konca?

Yürekte taşınır yürekte anca

Taş taş, tuğla tuğla hudut boyunca

Kalenin burcuna örülen sensin

 

Sizsiniz vatanın esas sahibi

Cepheden kaçanın yoktur nasibi

Bütün heybetinle sultanlar gibi

Gönlümün tahtına kurulan sensin

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Toprak vatan olmaz çekmeden çile

Kahraman Mehmetçik olmasın hele

Bayrağa renk veren al kanı ile

Yurdun temeline karılan sensin

 

Şehitler diridir inancımız tam

Her kişiye kısmet olmaz bu makam

Ölü diyenlere asla inanmam

Mezara girerken dirilen sensin

 

Bu Millet bir bütün, ulu bir ağaç

Sarsılmaz bir iman, ulvi bir amaç

Yağmurlarla yağ da, çiçeklerle aç

Taze fidan iken kırılan sensin

 

Tarihe silinmez bir imza atan

Görevini yapıp sessizce yatan

Bedel ödenmeden olmuyor vatan

Bu toprağa kurban verilen sensin

Vatanı uğrunda vurulan sensin.

 

2009

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

MEHMET’İM

 

Alnından kaynıyor bulgur bulgur ter

Helaldir yediğin lokma, Mehmet’im

Ellerinde nasır, gözlerinde fer

Her şeye kafanı takma, Mehmet’im

 

Elinin emeği yediğin ekmek

Her insana nasip olmaz bu yemek

Ne büyük devlettir, çok şükür demek

Kötü örneklere bakma, Mehmet’im

 

Utanacak hiçbir işi yapmazsın

Faydan için murdar eli öpmezsin

Haktan, adaletten milim kopmazsın

Cahille oturup, kalkma, Mehmet’im

 

Sorumlu kişiler öder borcunu

Âhiret yurdunda alır ecrini

Namazını tam kıl, tut orucunu

Kendini ziyana sokma, Mehmet’im

 

El eline bakmaz, kendin çalışın

Yoksullarla ekmeğini bölüşün

Elbet, bir baharı vardır her kışın

Sen, tatlı canını sıkma, Mehmet’im

 

Vatanına, Bayrağına bağlısın

Hak aşkıyla yüreğinden dağlısın

Müslüman, Türk bir atanan oğlusun

Hakikat yolundan çıkma, Mehmet’im

 

2007

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

MEHMETÇİĞİN TÜRKÜSÜ

                                   (Çanakkale)

 

Siperlerden taşan, yanık bir türkü;

Çanakkale asla geçilmez diyor.

Düşmanın çokluğu, yıldırmaz Türk’ü

Mehmetçiğin gücü ölçülmez diyor.

 

Anam, kuşağıma dikti bir kese

Kınalı koçuna, kondurdu buse

Ne çıkar, yamalı olsa elbise!

Esaret gömleği biçilmez diyor

 

Sökülür, atılır elbet bu illet

Bir Türk için, silik yaşamak zillet

Allaha inanmış, necip bir Millet

Düşman karşısında küçülmez diyor

 

Vatan, bir bütündür, kimse bölemez

Kudurmuş sırtlanlar, tek taş alamaz

İstese de, umduğunu bulamaz

Her çeşmenin suyu içilmez diyor

 

İmanlı göğsümüz çelikten kalkan

Asil yüreğimiz kaynayan volkan

Pişman olur bize çatmaya kalkan

Al bayrak üstünde uçulmaz diyor

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Mermimiz biterse, yeter süngümüz

Cesarette, yoktur bizim dengimiz

Son nefere kadar, sürer cengimiz

Savaş meydanından kaçılmaz diyor

 

Cephede versek de, binlerce şehit

Yerini doldurur, şanlı mücahit

Hepimiz ant içtik, Rabbim de şahit

Ölmeden, bu boğaz açılmaz diyor

 

Conkbayırı, zığındere, kanlısırt

Saldırıya geçti, bir sürü aç kurt

Simalar rengârenk, hava, kan, barut

Burada, kim kimdir seçilmez diyor

 

Bir gün, gün yüzüne çıkar gerçekler

Cennette boy verir, solmaz çiçekler

Düştüğü toprakta dirilecekler

Şahadet şerbeti saçılmaz diyor

 

Kanımızla yazdığımız destanı;

Okusun, Avrupa, varsa irfanı.

Onların, olsaydı biraz vicdanı

Bir insan, bu kadar alçalmaz diyor

 

İstiklâlim için veririm canı

Namusum uğrunda dökerim kanı

Düşmana çiğnetmem’’ Cennet Vatanı”

Bir başka diyara göçülmez diyor

Çanakkale, asla geçilmez diyor

 

2008

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

FİLİSTİN’DE ÇOCUK OLMAK

 

Yüreğinde korku, yanağında kan

Durmadan gözyaşı döker bir çocuk

Yok mu mazlumlara bir arka çıkan?

Umutsuz gözlerle bakar bir çocuk

 

Filistin yaralı, Gazze kan gölü

Yerlere serilmiş yüzlerce ölü

Şehit bir annenin tomurcuk gülü

Âhıyla gökleri yıkar bir çocuk

 

Vahşi sırtlanların gözü kararmış

Mescidi Aksayı füzeler sarmış

Elleri titriyor, benzi sararmış

Kaderine boyun büker bir çocuk

 

Ortada kalmıştır vatansız, yurtsuz

Anadan kadersiz, doğuştan bahtsız

Dertlinin halinden bilir mi dertsiz?

Onursuz yüzlere çakar bir çocuk

 

Hayatında özgürlüğü tatmamış

Ana kucağında rahat yatmamış

Uykusuz gözleri uyku tutmamış

Gecenin koynuna akar bir çocuk

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yağmur değil, bomba yağıyor gökten

Bunlara yapılan revamı haktan

Şu kahpe İsrail yıkılsın kökten

İnşallah, tümünü yakar bir çocuk

 

Dumanlar tütüyor, yıkılmış evler

Oturmuş, vahşeti seyreder devler

Vampirler kalleştir sinsice avlar

Elin vebalini çeker bir çocuk

 

Filistin’de doğmak bütün günahı

Zalimi boğacak, yetimin âhı

Kirli eller ateşlemiş silahı

Kurşunun önünde seker bir çocuk

 

İnsanlık nerede, hani kardeşlik

Yahudi kanında mevcut kalleşlik

Bir yanda susuzluk, bir yanda açlık

Dizinin üstüne çöker bir çocuk

 

Soykırım değil de, bu yapılan ne?

Can dayanmaz masumların haline

İkişer taş almış, iki eline

Topun karşısına çıkar bir çocuk

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu bir savaş değil, toptan yok etmek

Bir milleti çoluk çocuk katletmek

Müslüman neslini kırıp, tüketmek

Minik yumruğunu sıkar bir çocuk

 

Sokakta kol gezer ölüm tankları

Ne olur, durdurun şu manyakları!

Kâfire mahsus mu insan hakları?

Dünyanın gözüne sokar bir çocuk

 

Oynamak ne demek, gülmek ne demek

Katliama maruz kalmak ne demek

Filistin’de çocuk olmak ne demek

Yırtık vicdanları diker bir çocuk

 

Katledilir yeni doğmuş bebekler

Açılmadan solar körpe çiçekler

Dilinde tek kelam “Allahuekber”

Kalbimi yerinden söker bir çocuk.

 

2009

                     

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

TURGUT KOYUNCU’YA

(Allah Rahmet Eylesin)

 

Gün sonu, yirmi beş Ekim

Kaf dağından ağır yüküm

Dünya bir olsa vermezdim;

Yaratandan geldi hüküm.

 

Nasibi bitmiş tasında

Amansız dert yakasında

Ölümüne tutsak olmuş;

Yoğun bakım odasında

 

Nazik beden aşınıyor

Doktorlar ne düşünüyor

Turgut göçünü toplamış;

Yeni eve taşınıyor

 

Enfeksiyon kurmuş pusu

Boğazından geçmiyor su

Eşi on senelik gelin;

Daha körpedir yavrusu.

 

Pembe yanaklar morarmış

Hortumlar vücudu sarmış

Şu dermansız hastanede;

Çekeceği çile varmış

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Dertler canını yakıyor

Bir yandan dua okuyor

Turgut dokuzuncu kattan;

Minik Elif’e bakıyor

 

Yasaktır yanına girmek

Varıp durumunu görmek

Ziyaretine gelenler;

Bekleşiyor öbek öbek

 

Doktordan halini sordum

Ne dediyse hayra yordum

Mevla’m ömür verir diye;

Bir umutla bekliyordum

 

Hekimlerin başı serin

Zaman kısa, yara derin

Kötü haber harap etti;

N’olur birde müjde verin

 

Istıraptan ter döküyor

Acısı yürek söküyor

Turgut evinin önüne;

Çeşit çeşit gül dikiyor

 

Kara haber geldi yeni

Kedere gark etti beni

Hiç kem sözünü duymadım;

Nasıl unuturum seni

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Orta güz geldi geçiyor

Yıkımlara yol açıyor

Ecel hep yetkini değil;

Bazen de civan seçiyor

 

Kötü dertler arınmıyor

Yol bitince yürünmüyor

Arkadaşları toplanmış;

Turgut niye görünmüyor?

 

Arabası açık gri

Gelmez oldu çoktan beri

Bir boşluk var yüreğimde;

Ne yapsam dolmuyor yeri

 

Zehir oldu yiyecekler

Soldu tomurcuk çiçekler

Elif, Canan bundan sonra;

Kime baba diyecekler

 

Bir çift kumru kondu dala

Dert koymaz ki, murat ala

Bir tanesi yaralanmış;

Diğeri yüklenmiş sala

 

Turgut’a rahmet dileyin

Canan’ına söylemeyin

Babam nerde derse, Elif;

Soğulcak’a gitti deyin

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Takdir böyle, hüküm kesin

Kesildi ılık nefesin

Telefonundan arasam;

Acep duyulur mu sesin?

 

Tüm, Yahyalı etti sökün

Tabutuna güller dökün

Fatiha okuyun dostlar;

Nur dolsun mezarı yekûn

 

Sağ geldi ölü gidiyor

Ağzımın balı gidiyor

Hakkınızı helal edin;

Turgut’un Salı gidiyor

 

Yaran açılmış kanıyor

Gözlerinden yaş iniyor

Sabreyle ey can çiçeğim;

Rabbimiz bizi sınıyor

 

Virüs bulaşmış goncaya

Can dayanmaz bu sancıya

İman, Kuran yoldaş olsun;

Merhum Turgut Koyuncu’ya.

 

25.10.2010  

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

   G İ T T İ N !

 

(Turgut Koyuncu’nun Aziz Hatırasına)

 

Takdire razıydın, kadere teslim

Kulluğundan taviz vermeden gittin

Çok nezaketliydin, temizdi aslın

Kimsenin gönlünü kırmadan gittin

 

Mesuttu, mutluydu ocağın, yurdun

İşinle, gücünle uğraştın durdun

Dayadın, döşedin bir yuva kurdun

İçinde bir devran sürmeden gittin

 

Evin küçüğüydün severdi herkes

Huzur veriyordu aldığın nefes

Ne olur bir daha ses versene ses

Eşine, dostuna varmadan gittin

 

Elif’in, Canan’ın elinden tutup

Başını okşayıp, zevkle uyutup

Baba şefkatiyle bakıp, büyütüp;

Gelinlik içinde görmeden gittin

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Âfete uğradın, kem göze geldin

Amansız dertlerle yüz yüze geldin

Yazı yaşamadan son güze geldin

Halis muradına ermeden gittin

 

Sana ne yaptılar bet yok, beniz yok

O eski halinden eser yok, iz yok

Sükûta büründün, mimik yok, söz yok

Derdin devasını sormadan gittin

 

Öyle bir gittin ki, dönmemesine

Yaktın yüreğimi sönmemesine

Gözlerim çağlıyor dinmemesine

Açtığın yarayı sarmadan gittin

 

Onca derdi çektin ah demeden, ah!

Gamdan, üzüntüden olmuyor sabah

Ahret ayrılığı vermesin Allah

Dünyada doyası durmadan gittin.

 

25.10.2010

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

            KARAGÖZLER KAPANDI

 

Musalla taşına konmuş dört tabut

Herkesin yüzünde derin bir sûkut

Elinden gelirse gözyaşını tut

 

            Son uykuda “karagöz”ler kapandı

            Bir aile söndü, bin yürek yandı

 

Yan yana kazıldı dört yeni mezar

Takdir böyle imiş, hangi güç bozar

Kader kitabında acep ne yazar

 

            Zemin kara, yazı ondan karadır

            Vakti gelmeyince çözülmüyor sır

 

Kimse bilemiyor ömür kaç sene

Vadesi yetene, var bir bahane

Körpecik bedenler girdi kefene

 

            Gülleri soldurdu kömür sobası

            Boş evi neylesin gülün babası

 

Baba, gurbet elde geçim derdinde

Giderken kalırdı gözü ardında

Dönüp gelecekti ayın dördünde

 

            Umulmadık işler geldi başına

            Doyamadı yavrusuna, eşine

 

Ana kucağına yatmış üç bacı

İnşallah giydiler şehitlik tacı

Rabbim yaşatmasın böyle bir acı

 

            Dağlar matem tuttu, sular ağladı

            Yahyalı topyekûn kara bağladı

 

10.01.2011

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

            D E D E

                                              

Hayattan koptuğun o günden beri

Hep seni aradım hep seni dede

Öyle özledim ki yattığım yeri

Sımsıcak bağrına bas beni dede

 

Zaman geri dönse gitsem ezele

O günkü fırsatlar geçmiyor ele

Sana sığınırdım, babamdan bile

Hep senden alırdım güveni dede

 

Kokunu vermiyor çiçekler, güller

Tadını vermiyor kaymaklar, ballar

Bir daha sarar mı, o müşfik kollar?

Nasıl unuturum buseni dede

 

Eve gelir gelmez beni sorardın

Bulamazsan sokak sokak arardın

Üstüme titrerdin, kanat kurardın

Görmedim senden çok seveni dede

 

2009

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

            TABİAT İNCİSİ

 

Nasıl methedeyim Yahyalı’m seni

Sana, sevenlerin bakışı başka

Güzelliğin ile cezp ettin beni

Hasretin içimi yakışı başka

 

Gezdim karış karış ovayı, dağı

Yeşile boyanmış bahçesi, bağı

Açmış elvan elvan gülü, zambağı

Miskianber gibi kokuşu başka

 

Seyrettim Aksu da çamı, çınarı

Tahtacık dağının eksilmez karı

Unutulur mu hiç o Buzpınarı

Gökgölün üstüne akışı başka

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Şahadet parmağı minarelerin

Kırları süsleyen mor lalelerin

Tabiat incisi şelalelerin

Köpükten kurdele takışı başka

 

Serin yaylalara obalar konar

Buz gibi suları içenler kanar

Dağların başında kartallar döner

Kınalı kekliğin sekişi başka

 

Elması, çileği, narı, kirazı

Koyunu, kuzusu, turnası, kazı

Türlü nimetlerle doyurur bizi

Şükredip boynunu büküşü başka

 

Sensiz yaşanır mı canım sevgilim?

Vasfını saymaya yetmiyor dilim

Kınalı parmaklar, halı ve kilim;

Dokur ilmek ilmek nakışı başka

 

                                   1993

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

UMUTLARA KAR YAĞDI

 

Güvendiğim dallar elma tutmadı

Bu yılda bekârlık göründü bize

İşler sarpa sardı iyi gitmedi

Bu yılda bekârlık göründü bize

 

Çok çaba sarf ettim, yanmadı çıra

Elmalar ıskarta, etmiyor para

Babamdan, bir türlü gelmiyor sıra (1)

Bu yılda bekârlık göründü bize

 

Kısmet mi kapalı, nazar mı değdi

Benden küçüklerin çocuğu doğdu

Sıcak umutlara yine kar yağdı

Bu yılda bekârlık göründü bize

 

Yaşım otuz oldu, döküldü saçım

Kızlar evlendikçe yanıyor içim

Ne yapsam yolunda gitmiyor geçim

Bu yılda bekârlık göründü bize

 

Hayalleri erteledim seneye

İnşallah bir engel çıkmaz sahneye

Bir gelinde girsin bizim haneye

Bu yılda bekârlık göründü bize

 

                                               2001

 

1- Şiire konu olan şahsın babası 4 evlidir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

            HANIM TEYZE

 

Has yünden dediğin döşekle, yastık

Yünleri pıtraktan az, hanım teyze

Boşattık içini duvara astık

Düştü içimize köz, hanım teyze

 

Pıtrağı ayırdık harman eyledik

Kendi halimize türkü söyledik

Böylesini ömrümüzde görmedik

Olur, mu bu kadar naz, hanım teyze?

 

Konu, komşu gece, gündüz çalıştık

Seçilen pıtraklar yeter bir kışlık

Daha varsa gönder, zaten alıştık

Buradaki bitti, tez, hanım teyze

 

Kuştüyü minderde rahatça otur

Bizler çalışalım, sen keyif yetir

Allah sağlık versin, nasıl hal, hatır

Konmasın üstüne toz, hanım teyze

 

Sizin köyde, böylemidir görenek

Sana ödül için yaptırdık çelenk

Elim diken doldu hep benek benek

Bastık yaramıza tuz, hanım teyze

 

                                               1995

 

 

  

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

ŞİKÂYETNAME

İbrahim Sönmez Beye

 

Sen gittin gideli sorma burayı

Kendimde kalmadı hal, İbrahim Bey

Açma içimdeki gizli yarayı

Kapladı üstünü kül, İbrahim Bey

 

Müdür devri bitti, burası çarlık

İhale ne gezer, gizli pazarlık

Bu beyler, burada çeker mi darlık?

Buldular tükenmez mal, İbrahim Bey

 

Az gelir buraya çiftlik deyimi

Gözünle gör, gel de burada yiyimi

Elimden hiçbir şey gelmez, iyimi?

Beni de buradan al, İbrahim Bey

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Altında Toyota gezer ülkeyi

Sanırsın, atanmış bir derebeyi

Aklına getirmez hesap vermeyi

Kırılmaz sanıyor dal, İbrahim Bey

 

Kime açsam bunu hepsi susuyor

Korkusundan köşesinde pusuyor

Dalkavuklar her gün zehir kusuyor

Azdırdı yediği yal, İbrahim Bey

 

Olanı gördükçe donuyor kanım

Bu talana dayanmıyor vicdanım

Tansiyon yükselir, yanıyor canım

Gönlüme teselli ol, İbrahim Bey

 

Ahmet Bey diyordu, uykum kaçıyor

Haksızlıklar derin yara açıyor

O, emekli sevincinden uçuyor

Bense bulamadım yol, İbrahim Bey

 

1995

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

EN DOĞRU YALAN

 

Bir palavra attı, beyin birisi

Sözünü, geriye aldıramadık

Ve peşinden geldi lafın gerisi

Mindere oturdu, kaldıramadık

 

Dedi ki, geçen yıl bir hindi kestik

Konu komşu geldi, güç, bela yüzdük

Eti parçaladık harara bastık

Yirminci hararı dolduramadık

 

Etlerini kemiğinden sıyırdık

Yarısını Develi’ye ayırdık

Bir koyuyla Yahyalıyı doyurduk

Kimseye iyilik bildiremedik

 

Kayseri’ye gittik sucuk bastırdık

Evin balkonunda ipe astırdık

Üşenmedik dilim dilim kestirdik

Bir türlü yerini bulduramadık

 

Tüyünden yaptırdık onlarca yatak

Dedim, bir kısmını pazarda satak

Döşek, yastık para etti bir etek

Hanımın yüzünü güldüremedik

           

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Erzin de bir salkım üzüm kopardım

Harıktan, kamyona vinçle kaldırdım

Tüm mahalle halkı ettiler yardım

Kamyondan, kantara götüremedik

 

Erzin’in halkına ziyafet verdim

Kalanını evin damına serdim

Yalanım var ise bende namerdim

Hoşafını bir yıl bitiremedik

 

Ürgüp’e götürdüm otuz beş torba

Dediler, satarız kafanı yorma

Üzüm tüccarları attı çok darba

Borçları gününde yatıramadık

 

Mahkemeye verdim, şahit çıkmadı

Hiçbir kadı bu davaya bakmadı

Dümen suyu yatağında akmadı

Ok, yaydan fırladı, getiremedik

 

Varlık elden çıktı, geriye gelmez

Düşenin dostu ve sahibi olmaz

Velhasıl, insanlar iyilikbilmez

Evimizde rahat oturamadık.

 

1998

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

SİNİRLER GERGİN

 

 

Nefesler tutuldu, sinirler gergin

Dananın kuyruğu koptu kopacak

Umutlar sürse de, zihinler yorgun

Sandık, bazısını öptü öpecek

 

Zamansız çalındı yarış düdüğü

Kimi, ilk etapta aştı gediği

Açık düştü, başhakemin dediği

Şimdi, tali yola saptı sapacak

 

Kır at, tez yoruldu, çamura yattı

Rakipleri tozu, dumana kattı

Kendi ekseninde döndü, tur attı

Ağır jokeyini tepti tepecek

 

Mumları tez söndü arı beyinin

Aranan aktörü idi oyunun

Erken aldı ölçüsünü boyunun

Makas bir yanını kırptı kırpacak

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Şövalyenin torbasından ok düştü

Kimine az, kimine de çok düştü

Kadıların başlarına ak düştü

Yüreklere bir su serpti serpecek

 

Meşhur kalemşorlar atar, kütüler

Aykırı yayınlar kafa ütüler

Yenilenler birbirini kötüler

Başını kayaya çarptı çarpacak

 

Kara kartal yeryüzünü tarıyor

Kan kokan gözlerle fırsat arıyor

Bir nokta üstünde dönüp duruyor

Ceylan yavrusunu kaptı kapacak

 

Eline geçmezse beklediğin koz

Hemen kavga çıkar, kuralları boz

Fikirler bulanık, düşünceler yoz

Seyirci, bir sürpriz yaptı yapacak

 

 2007

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

            ELBET DÖNER!

 

Para Devletten çıkıyor

Soy soyabildiğin kadar

Yükünü Millet çekiyor

Kıy kıyabildiğin kadar

 

            Hastane döner sermaye

            Acep, kimedir bu paye

            Cepleri doldurmak gaye

            Koy koyabildiğin kadar

 

Şeker ölçmek yüz bir milyon

Bir yerine yazıver on

Ondan sonra paraya kon

Kay kayabildiğin kadar

 

            Şişir faturayı şişir

            Devlet bütçesinden aşır

            Döner’le gözlerin ışır

            Doy doyabildiğin kadar

 

Minareye kılıf hazır

Vicdanınız bulsun huzur

Sırala onlarca özür

Say sayabildiğin kadar

 

            Herkesten gür çıksın sesin

            Faturayı dolgun kesin

            Vatandaş ne derse desin

            Duy duyabildiğin kadar

 

Tahlil, mahlil yaz karala

Bas mühürü ve imzala

Uyman gerekmez kurala

Uy uyabildiğin kadar

 

                                    2002

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

            RÜŞVET SAYILMAZ

 

Tutak’ta mı öğrettiler;

Size, yağcılık yapmayı

İşe başlamadan evvel;

Gelip, el, etek öpmeyi

 

            Boş gelmediniz tabiî ki

            Tespihte aldınız iki

            Rüşvet sayılmaz sizinki

            Anlarsın bölüp, çarpmayı

 

Gördün Müdürü, İhsan’ı

Garantiledin doksanı

Var mı sözümün noksanı?

Biz bilmeyiz el çırpmayı

 

            Kaçtın doğunun kışından

            Tespihler Oltu taşından

            Aklın, büyüktür yaşından

            Bize de vurdun tepmeyi 

 

Girdin amirin gözüne

Hiç aldırma el sözüne

Arada bir, gül yüzüne

İhmal etme göz kırpmayı

 

            Yerine ulaştı mesaj

            Artık yapmazsın patinaj

            Belli ki, görmüşsün staj

            Başardın köşe kapmayı.

 

2002

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

            MEMURUN DRAMI

 

Yüzde on beş arttırırız

Yaşamazsan öl diyorlar

Meydana çıkma, coplarız

Yiğit isen gel diyorlar

 

            Enflasyon düştü düşecek

            Yakında yüzün gülecek

            Koş, bankadan kredi çek

            Suni nefes al diyorlar

 

Garip, kendince dertlenir

Sus denir, ağzı bantlanır

Her ay fiyatlar katlanır

Zam yağmuru bol diyorlar

 

            Pantolon, kravat gömlek

            Her gün ütülensin tek tek

            Pasta ye, yok ise ekmek

            Git işini bil diyorlar

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Çocuğuna harçlık verme

Cemiyet içine girme

Evine hiç halı serme

Nene yetmez çul diyorlar

 

            Çık araziye çadır kur

            Hiç kira vermeden otur

            Bir küp turşu, bir küp bulgur

            Durma kaşık çal diyorlar

 

Öğüt bol, karın doyursa

Ekmek bile karaborsa

El nasıl geçiniyorsa

Bir yolunu bul diyorlar

 

            Memursun, konuşman yasak

            Kimse duymuyor ağlasak

            Hangi makama başvursak

            Daha gider yol diyorlar

 

Sürüp gidecek bu dram

Eriyoruz gram gram

Rahat ömür sürmek haram

Bir çukura dol diyorlar.

 

                          2001

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

            LAF TACİRİ

 

Laf bezirgânısın seni bilirim

Edepsiz diline dolama beni

Benden uzak dursan memnun olurum

Fütursuz sözlerle dalama beni

 

Sana gerek olan gün bugün ama

Beni tahrik edip girme kanıma

İğneli sözlerle sabır sınama

Nefsimin çarkında bileme beni

 

Sakıncalı bölgelerde gezersin

Yoldaş olsam ahlakımı bozarsın

Onurumu çamurlara bezersin

Götürüp kirlere beleme beni

 

Çok şükür müspettir düşüncelerim

Gezdiğim adamı çok incelerim

Tamahkâr değilim, yok incilerim

Şirret kalburunda eleme beni

 

2009

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

YILAN VE KÖYLÜLER

 

Zehirli bir yılan indi pınara

Köy ahalisine bırakmadı su

Çıkardı dilini çıktı çınara

Karnında can verdi kuşun yavrusu

 

Çok iri bir yılan, hem boyu uzun

Koca koca boynuzu var soysuzun

Çöreklendi kapısında havuzun

Sanki babasından kaldı tapusu

 

Taşa çıkıp seyrediyor her yanı

Çığlığıyla ürpertiyor insanı

Köylünün, aş, ekmek ister mi canı?

Susuzluktan ölmek, bütün korkusu

 

Havuzdaki balıkları hep yuttu

Asırlık çınarı kökten kuruttu

Yılanın ölümü belki umuttu

Her yere yayıldı o pis kokusu

 

1985

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

            GÖNÜL AVUTMA

 

Kırışmış yüzünü üç kez gerdirdin

Birde şu ömrünü uzatabilsen

Altmış yaşı on sekize indirdin

Ah, birde gönlünü avutabilsen

 

Ayna karşısında doluyor günün

Seyrettikçe cemalini dövünün

Kamera bulursan çokça övünün

Birde vicdanını arıtabilsen

 

Günlük giren, çıkan boya küpüne

Çeşit çeşit düzen verin tipine

Yinede uğrayan olmaz kapına

Birde gönüllerde yer tutabilsen

 

Dudak silikonlu, saç renk renk boya

Suni görüntünle gençleştin güya

Kim karışabilir, zevkindir buya

Birde kaprislerden kurtulabilsen

 

2001

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

VATANDAŞLIK GÖREVİ

 

Vatanını, Milletini seversen

Beyanı doğru ver, öde vergini

Helal kazanıp ta yemek istersen

Beyanı doğru ver, öde vergini

 

Her İl’e kurulsun barajlar, göller

Bir ağ gibi sarsın köprüler, yollar

Park, bahçe yapılsın açılsın güller

Beyanı doğru ver, öde vergini

 

Okullar yapılıp, ilim okunsun

Âlimler yetişip, ülkem kalkınsın

Dilersen benimde faydam dokunsun

Beyanı doğru ver, öde vergini

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bayrağımız dalgalansın göklerde

İnsanımız baş eğmesin namerde

Hastaneler şifa bulsun her derde

Beyanı doğru ver, öde vergini

 

Devleti olmayan, Millet yaşamaz

Güçsüz olan, engelleri aşamaz

Medeniyet yollarında koşamaz

Beyanı doğru ver, öde vergini

 

Türk Ordusu, güç katmalı gücüne

Bu durumdan düşmanımız gocuna

Vergi vermek hiç gitmesin gücüne

Beyanı doğru ver, öde vergini

 

Sende koy kalenin burcuna bir taş

Teknik alanlarda oluyor savaş

Olmak istiyorsan örnek vatandaş;

Beyanı doğru ver, öde vergini

 

                            2006

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

            DENSİZE BAK

 

Bak sen, şu densizin ettiği lafa

Yerine, yurduna, yaşına bakmaz

Kırk yaşını aşmış, fakat boş kafa

İçinden bihaber, dışına bakmaz

 

Her kantarda benim ile tartılır

Yeni yetme dana gibi kertilir

Çitmek vursan, göbeğinden yırtılır

Hazımsız karnının şişine bakmaz

 

Sülük gibi her tarafa bulaşır

Çalış desen, bacakları dolaşır

Kırdığı pot İstanbul’a ulaşır

Kendi pirincinin taşına bakmaz

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Ömrü boşa geçmiş, elde yok ecir

Vicdan sahipleri, haline acır

Yamanmış koltuğa havası gıcır

Durmadan konuşur, işine bakmaz

 

Sorsan söyleyemez dinin şartını

Huysuzlaşır tımar etsen sırtını

Odun taşır ama eksik kürtünü

İleriyi görmez, peşine bakmaz

 

Adımları çarpık, geçirmiş dabak

Eni, boyu eşit, kafası kabak

Adam beğenmeyen avanağa bak

Yüzünü yıkamaz, dişine bakmaz

 

Geldiği yerlerde yemiş silleyi

Yoluk toklu gibi kertmiş kelleyi

Düşüncesi hiç yok, yitik belleği

Ayağına bakmaz, başına bakmaz

 

                                               2004

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

            CAN PAZARI

 

Marmara sarsıldı, herkes uykuda

Kıyamet mi koptu aman Allan’ım?

Nedir bu çalkantı toprakta, suda

Korkarım bu afet, benim günahım

 

Ayaklar altında kayıyor zemin

Sanki kıyametin bir provası

Yaşanıyor en karası gecenin

Kan kokuyor Marmara’nın havası

 

Kırk beş saniyelik zaman zarfında

Harabeye dönmüş sekiz vilayet

Kaderler buluştu bir fay hattında

Ecel mecburi yön, tek istikamet

 

Saraylar, villalar enkaz yığını

Yüksek apartmanlar yerle bir oldu

Sahibi atarken son çığlığını

Kör vicdanlar evi yağmalıyordu

 

Caddelere can pazarı kurulmuş

Ceset torbaları dolar pazarda

Toprak kanla, gözyaşıyla yoğrulmuş

Kepçe gelmiş defin yapar mezarda

 

 

17.08.1999

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

            İSTANBUL

 

Dünya harikası ey güzel şehir

Bütün şehirlerin gözdesi sensin

Fethinle başladı yeni bir devir

Kudretin, servetin merkezi sensin

 

Yüce Mevla’m seni nede bezemiş

Tabiatta eşsiz bir cennetsin sen

Akşemsettin ak mayanı özemiş

Fatih’ten bizlere emanetsin sen

 

Bir yanın Avrupa, bir yanın Asya

Mavi bir gerdanlık ortak noktanız

Baharında çiçek açar akasya

İki koldan kucaklamış gök, deniz

 

2002

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

            ERCİYES

 

Bazen duman olur, bazen kar olur

Eksilmez başından kışın Erciyes

İçin hararetten yanar kavrulur

Renk renk libas giyer dışın Erciyes

 

Bir bakarım beyazlara bürünün

Bir bakarım allı pullu görünün

Bir bakarım miski amber sürünün

Halden hale girmek işin Erciyes

 

Kurulmuş önüne şirin Kayseri

Seninle anılır ezelden beri

Delmek mümkün değil dipsiz gökleri

O kadar kaldırma başın Erciyes

 

Niçin göğe doğru başın dikersin

Mağrur mağrur yükseklerden bakarsın

Bilmem yalnızlıktan yas mı çekersin?

Aladağlar senin eşin Erciyes

 

Dört bir tarafından ağlıyor gözün

Yürekler soğutur, suların yazın

Eğer söyleyecek varsa bir sözün

Ben, yoramam senin düşün Erciyes 

 

Söyle selamını esen rüzgâra

Hemen ulaştırsın Aladağlara

Sakın ha, sırrını açma ağyara

Yoksa Ağustosta üşün Erciyes.

 

1998

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

TÜRKİYE’M

 

Benim cennet vatanımsın Türkiye’m

Ay-yıldızlı bayrağına aşığım

Uğrunda can vermiş şehittir dedem

Tarih kokan toprağına aşığım

 

İl, ilçe kasaba gezsem her yanı

İstanbul, Ankara, Kayseri, Van’ı

Konya, İzmir, Rize, Şanlıurfa’nı

Tüm şehrine, bucağına aşığım

 

Her bölgende ayrı mevsim yaşarız

Sende huzur bulur, sende coşarız

Dar gününde cephelere koşarız

İbrişimli sancağına aşığım

 

Üç tarafın denizlerle çevrili

Kaynaştırdın mavi ile yeşili

Gönül ferahlatır suların dili

Şelâlene, ırmağına aşığım

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kimliğini haykırıyor mabetler

Dünyaya duyulsun bu şahadetler

Bağrında yetişir türlü nimetler

Yediveren başağına aşığım

 

Acep cennetten mi bu yer küresi?

Türk halkının ne güzeldir töresi

Motif motif örlü her bir yöresi

Has gülüne, yaprağına aşığım

 

Tarihe şan vermiş soylu bir Millet

Rabbim, bu Millete gösterme zillet

Kıyamete kadar sürsün bu devlet

Oymağına, ocağına aşığım

 

Ey toprağım, emanetsin dedemden

Ölsem de ayrılmak istemem senden

Benim için bir yer ver de sinenden

O şefkatli kucağına aşığım

 

                                   1994

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Y A H Y A L I

 

Yine bahar geldi, giydin şalını

Halden hale giriyorsun Yahyalı

Meyveler yüklendi eğdi dalını

Dolu dolu veriyorsun Yahyalı

 

Hasretle beklerim her yıl bayramı

Dostlarla görüşmek süsler rüyamı

Bir tatlı söz, kavuşturur yaramı

Yaralarım sarıyorsun Yahyalı

 

Köklü geleneğin, örfün, âdetin

Hiçbir yerle kıyaslanmaz kıymetin

Halıda, kilimde çok maharetin

Motif motif örüyorsun Yahyalı

 

Sultan sazlığında turnalar, toylar

Şelaleler durmaz ezgiler söyler

Güzeli görenler, çirkini neyler

Gönlümüzü görüyorsun Yahyalı

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yaylacılar konar kendi yurduna

Peynir taşlar kuytuluğun ardına

Asla doyum olmaz yağyoğurduna

Midemizden vuruyorsun Yahyalı

           

Gökolukda çekilirken çörekler

Kırk pınara suya iner geyikler

Suçatında karşılıyor çiçekler

Buram buram bürüyorsun Yahyalı

 

Yayla sularına bal mı karışmış

Sanırsın ki, Kevser ile yarışmış

Aladağlar bulutlarla görüşmüş

Şerbet ezip duruyorsun Yahyalı

 

Keklikler söyleşir kuşluk vaktinde

İnsanların merttir, durur akdinde

Yüreklere sonsuz sevgi ektinde;

Yumak yumak deriyorsun Yahyalı

 

Bize huzur verir, seninle olmak

Mis gibi havandan bir nefes almak

Boynumuza borçtur, koşarak gelmek

Dostlarını arıyorsun Yahyalı

 

2005

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

            YAHYALI ELMASI

 

Mevla’m ağaçları çiçekle bezer

Mor pembe dallarda arılar gezer

Kem gözler görmesin değerler nazar

 

Güzelliği ile değer elması

Bir başkadır Yahyalının elma’sı

 

Canatan kırmızı, goldense beyaz

Hasada başlanır düşünce ayaz

Güzel olanlarda olur biraz naz

 

            Gül koparır gibi daldan almalı

            Alanda, satanda memnun kalmalı

 

Birazcık mayhoştur şu arapkızı

Yanakları benek benek kırmızı

Hele amasyalar elmanın özü

 

            Öyleleri var ki koca dal tartmaz

            Mal sahibi onu yabana satmaz

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Cümle elmaların hası stargin

Lezzeti çok hoştur, olursa ergin

Asgari bir adet yemeli her gün

 

            Elmaların hepsi şifa bedene

            Eğer yemediysen, birde sen dene

 

Renk renk elmaları görür şaşarsın

Alıp yemek için yanar, pişersin

Seçmek istesen de acze düşersin

 

Ne söyleyim, her birinden tatmalı

İyiyi kötüden farklı tutmalı

 

Emek veren çiftçi ürünü alır

Çeker kasasını bahçeye varır

Boz elmalar utancından kızarır

 

            Bu toprakta biter elmanın hası

            Bir başkadır Yahyalı’mın elması

 

2003

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

SULTAN SAZLIĞI

 

Gökyüzünün sultanları,

Yüzer Sultan Sazlığı’nda.

Gel de, seyreyle onları,

Gezer Sultan Sazlığı’nda.

 

Gün aydınlatır düzlüğü

Bir name sarar sazlığı

Kuş sesleri, sessizliği,

Bozar Sultan Sazlığı’nda.

 

Hiç fark etmez yaz, bahar kış

Düğün eder binlerce kuş

Tüm ovayı nakış nakış,

Bezer Sultan Sazlığı’nda.

 

Turna bir düzende uçar

Göçmen kuşlar konar, göçer

Selam taşır, sevgi saçar

Tozar Sultan Sazlığı’nda.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kuğu, ördek, leylek ve toy

Her birisi ayrı bir soy

Birçok kuş türleri boy boy,

Uzar Sultan Sazlığı’nda.

 

Gözetir aşkın tavını

Kuytuya yapar evini

Kartal, yüksekten, avını,

Süzer Sultan Sazlığı’nda.

 

Sakın incitme canını

Dökme onların kanını

Tabiatın destanını,

Yazar Sultan Sazlığı’nda.

 

Erciyes’in önü düzlük

Göl suyunda biter sazlık

Kuşcenneti bir nazarlık,

Dizer Sultan Sazlığı’nda.

 

2009

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

            GÖKOLUK

 

Dostlarını muhabbetle selamlar

İki koldan sarılırsın Gökoluk

Dilinden dökülür tatlı kelamlar

Gönüllere kurulursun Gökoluk

 

Çevreni bürümüş yemyeşil bir şal

Şirin gelincikler açılmış al al

Kuşağın Gedik’ten gülümser Hilal

Sen de ona vurulursun Gökoluk

 

Karşından seslenir Tuzla Pınarı

Size pay edilmiş dağların karı

Şerbetten lezizsin, yağmurdan arı

Hak emriyle durulursun Gökoluk

 

Söyle bana, kimler koydu adını?

Birlikte edelim onun yâdını

Ancak, içen bilir senin tadını

Bal özüyle karılırsın Gökoluk

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Herkes uykudayken bir sen uyanık

Nice sevdalara olmuşsun tanık

Kadir bilmezlerden yüreğin yanık

Gönül koyar, darılırsın Gökoluk

 

Toroslarda güneş bir başka doğar

Tahtacık Dağı’ndan bir bulut ağar

Güzeller uyanır gözünü ovar

Yanaklara sürülürsün Gökoluk

 

Yazın sıcağından kaçar gelirim

Çadırımı kurar komşu olurum

Buz gibi suyunla hayat bulurum

Dudağından sorulursun Gökoluk

 

Yer tutmuşsun Aladağ’ın döşünde

Kederim kaybolur bir gülüşünde

Ziyaret etmezsem her gelişimde

Sitem eder, kırılırsın Gökoluk

 

Bir çift mavi gözle, o hoş bakışın

Meftun eder miski-amber kokuşun

Dinlendirir şırıl şırıl akışın

Benliğimle örülürsün Gökoluk

 

2008

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

            UMUT DONDU

 

Soğuk vurdu bahçeleri, bağları

Ağaç dondu, çiçek dondu, dal dondu

Kar kapladı ovaları, dağları

Dere dondu, ırmak dondu, göl dondu

 

Bahar geldi diye açtı çiçekler

Yuvasından çıktı bütün böcekler

Sandılar ki, sıcak gün görecekler

Mevsim dondu, yaprak dondu, gül dondu

 

Çiçek bezeliydi elma ve kiraz

Bir gece yarısı kavurdu ayaz

Meyvesiz zor geçer sanırım bu yaz

Çiçek dondu, petek dondu, bal dondu

 

Ayva, armut, ceviz, vişne, kayısı

Saysan yüz binleri bulur sayısı

Yahyalı halkını aldı kaygısı

Umut dondu, emek dondu, el dondu

 

Kadir Mevla’m afetinden saklasın

Eksiğini gelecek yıl denklesin

Vatandaşlar umut ile beklesin

Sene dondu, toprak dondu, yol dondu

 

                                    2006

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

DUYGUSUZ DEĞİLİM

 

Nasıl ağlamayım, ben bir insanım

Duygusuz değilim, hissiz değilim

İyiye, güzele bende hayranım

Görgüsüz değilim, yüzsüz değilim

 

Dostum, gül atsa da gönlüm yıkılır

Haksızlık yapana, canım sıkılır

Bir çirkinlik görsem zihnim takılır

Kaygısız değilim, sessiz değilim

 

Hakikat bildiğim yoldan giderim

Büyüğüme karşı hürmet ederim

İnsanlık borcumu, mutlak öderim

Saygısız değilim, ussuz değilim

 

2008

                       

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

                        BİLEMİYORUM

 

Bülbülüm kafeste ötmüyor, suskun

Bir gün aşka gelir öter mi bilmem?

Tomurcuk güllere verdiler baskın

Gelecek baharda yeter mi bilmem?

 

Fırtınalar harap etti bağımı

Buzullar kapladı gönül dağımı

İhanetler sardı can ocağımı

Bütün bedenimi yutar mı bilmem?

 

Fitne fücur uykusundan uyandı

Şafak vakti kapımıza dayandı

Tertemiz umutlar kana boyandı

Yeni gün, bir umut katar mı bilmem?

 

Acaba, ölmek mi, yaşamak mı zor?

Kışın yanmak, yazın üşümek mi zor?

Şu dünya yükünü taşımak mı zor?

Çektiğim çileler biter mi bilmem?

 

Nefsimden bîzarım, yüreğim yangın

Sevapta fakirim, günahta zengin

Yarın mahşer günü düşersem engin

Rehberim elimden tutar mı bilmem?

 

2009

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

            ÇİLE YUMAĞI

 

Damla damla aktım kuytu derede

Coşkun sular gibi çağlayamadım

Derdimin çaresi bilmem nerede?

Bulup, bir sonuca bağlayamadım

 

Delice koşturdum gündüz ve gece

Uzayan yolları bitiremedim

Zihnimi irdeler garip bilmece

Çok düşündüm akıl yetiremedim

 

Ufkuma çekildi siyah bir perde

Zindan etti baharımı, yazımı

İçim kan ağladı, yandım her yerde

Hiçbir ilaç kesmez gönül sızımı

 

Büyüdükçe büyür çile yumağı

Dertlerimi yıkayamaz gözyaşım

Yüreğimi mesken tuttu gam dağı

Sanki bu dünyaya sığmıyor başım

 

1998

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

            NE ÇARE

           

Gençliği durdurmak mümkün olsaydı

Frene basardım otuz yaşında

Sağlık ve mutluluk baki kalsaydı

Asla bırakmazdım dönüm başında

 

Heyhat ne de çabuk geçti bu gençlik!

Bedenim ruhuma etmedi eşlik

Umut ettiklerim çıkardı güçlük

Ömür geçti bir sevdanın peşinde

 

Gençlik yıldız gibi kaydı da gitti

Dertlerle baş başa koydu da gitti

Gözümün ferini soydu da gitti

Hem de benim isteğimin dışında

 

İhtiyarlık başa geldi yekpare

Yaşlılık derdine yok imiş çare

Şimdi, köşelerde kaldım biçare

İsmim okunuyor hece taşında

 

2009

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

GÖKTEN HABER VAR

 

Açtım penceremin perdelerini

Sessizce yağıyor lapa lapa kar

Topraklar bürünmüş ak pelerini

Bir giysi yakışır ancak bu kadar

 

Beyaz müjde, aydınlatmış geceyi

Ağaçlar topyekûn açmış çiçeği

Bir ağızdan haykırıyor gerçeği

Bakın ey komşular gökten haber var

 

Yürüdükçe örttü ayak izimi

Sarmaladı topuğumu, dizimi

Tipi sardı kulağımı, gözümü

Bir taraftan kış güneşi göz kırpar

 

Dağlar giymiş boydan boya ak tülü

En uç noktasına kadar örtülü

Yeryüzü bir tülbent gibi ütülü

Bu sene bambaşka olacak bahar

 

Rahmet bulutları koş gel hevesle

Bütün canlıları sütünle besle

Gönlüme şevk veren, tatlı bir sesle

Engin bir ahenkle çağlıyor pınar.

 

                                            2008

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

ARKA KAPAK

 

 

VATAN AŞKINA ŞEHİT DÜŞENLERE

 

Bu vatan aşkına candan geçerek,

Kahpe kurşunlarla vurulan sensin

Yiğitçe vuruşup şehit düşerek,

Şanlı al bayrağa sarılan sensin

 

Tabuta sığar mı böyle bir konca?

Yürekte taşınır yürekte anca

Taş taş, tuğla tuğla hudut boyunca,

Kalenin burcuna örülen sensin

 

Toprak vatan olmaz çekmeden çile

Kahraman Mehmetçik olmasın hele

Bayrağa renk veren al kanı ile

Yurdun temeline karılan sensin

 

Bu Millet bir bütün, ulu bir ağaç

Sarsılmaz bir iman, ulvi bir amaç

Yağmurlarla yağ da, çiçeklerle aç

Taze fidan iken kırılan sensin

 

Tarihe silinmez bir imza atan

Görevini yapıp sessizce yatan

Bedel ödenmeden olmuyor vatan

Bu toprağa kurban verilen sensin

Vatanı uğrunda vurulan sensin.

 

Mehmet Postallı

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Resim Arka kapağa şiirin yanına konulacak.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi18
Bugün Toplam65
Toplam Ziyaret99946
Hava Durumu
Saat
Takvim